İhlas Koleji’nde…

14/12/2010 1 yorum

Kategoriler:Genel

İSTANBUL VALİSİ SAYIN DAVUT GÜL’Ü ZİYARET

Sevgili Dostlar,

17 Eylül 2023 Pazar günü saat 90.00’da TYB İstanbul Şubesi yönetiminden bazı arkadaşlarla İstanbul’un yeni valisi Sayın Davut Gül’e hoş geldin ziyaretinde bulunduk. Gayet samimi bir ortamda geçen ziyarette, TYB İstanbul Şubesi Başkanı Mahmut Bıyıklı, Yazarlar Birliği olarak ihtiyaç duyulan her konuda Sayın Vali’nin yanında olduğunu belirtti ve ondan beklentilerini aktardı. Biz de Vali Bey’e, Bir İncidir İstanbul adlı romanımızı takdim ettik.

Bu güzel ziyaret için TYB İstanbul Şubesi’ne ve Sayın Vali’ye teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Kategoriler:Genel

8 EYLÜL DÜNYA OKUMA YAZMA GÜNÜ

8 Eylül Dünya Okuma Yazma Günü münasebetiyle İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğünün davetlisi olarak Rami Kütüphanesinde bir programa katıldım.

Hayat Boyu Öğrenme Şube Müdürlüğünün Halk Eğitim Merkezi Müdürlükleri aracılığıyla gerçekleştirdiği yetişkinlere yönelik okuma yazma eğitimi programını başarıyla bitiren kursiyerlere başarı belgeleri takdim edildi. 79 yaşında okuma yazma öğrenen Derviş Bey’in konuşma sırasında hakim olamadığı gözyaşları, yapılan bu etkinliğin ne kadar önemli olduğunu kanıtlar gibiydi.

Biz de Okuma Kültürü konulu sohbetimizle programa katkıda bulunmaya çalıştık. Programın sonunda katılımcılara hediye edilen Savrulan Yıllar romanımızı imzaladık.

Bu önemli faaliyet için İstanbul İl Millî Eğitim Şube Md. Mustafa Öztürk, Fatih İlçe Millî Eğitim Şube Md. Osman Afacan, Fatih Halk Eğitim Merkezi Müdürü Kuddusi Yıldız, Esenler Halk Eğitim Merkezi Müdürü Metin Şimşek, programın sekretaryasını yürüten İl Millî Eğitimden Sevgi Hanım ve Fatih Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğünden Saadet Hanım ile programın bütün katılımcılarına teşekkür ediyorum.

Kategoriler:Genel

TOPRAK DAMLI EVLER

25/12/2022 1 yorum

Gül devrinde

Toprak damlı evler vardı.

Serçeler yuva yapardı saçağına,

Badanası her daim

Bahar kokardı.

Gül devrinde

Dam boyu kar yağardı,

Üşümezdi toprak damlı evin çocukları.

Gülen gözlerine

Güneş doğardı.

Gül devrinde

Beyaz kanaviçeli yastıklar olurdu,

Toprak damlı evin sedirlerinde.

Gönül çaylarıyla başlayan sohbet,

Kıvamını bulurdu.

Gül devrinde

On dört numara lamba yanardı

Toprak damlı evlerde.

Gökten üç elma düşmeden

Gözlere uyku inerdi.

Gül devrinde

Sımsıkı yapardı loğ taşı

Toprak damlı evin üstünü,

Kuru kalsın diye çocukların

Üstü başı.

Gül devrinde

Toprak damlarda yatılırdı.

Bir yıldız kaymayagörsün,

En masum hayaller için

Dilek tutulurdu.

Gül devrinde

Kendi kendine yeterdi

Toprak damlı evin ahalisi.

Koyun kuzuya karışır,

Bahçede bülbül öterdi.

Gül devrinde

Gönüllerince yaşardı

Toprak damlı evin sakinleri.

Bunalım nedir bilinmez;

Huzur, dağlar aşardı.

Ah, şimdi ne toprak damlı evler kaldı

Ne çocukluğumuz.

Çoktan uzaklaştı turna katarları,

Gökyüzünü görmeyen tabut evlerde

Özlüyoruz eski baharları!

25 Aralık 2022

Kategoriler:Şiirler

YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR

Yazarımız Yusuf Dursun’un maarifinsesi.com sitesi için kaleme aldığı denemeyi, takipçilerimizin dikkatlerine sunuyoruz:

YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR

2020 yılı verilerine göre dünyamızda yaklaşık sekiz milyar insan yaşıyor. Dile kolay, aynı anda sekiz milyar insan nefes alıyor, konuşuyor, yiyor, içiyor, seviyor, seviliyor ve adım adım kaçınılmaz sona doğru ilerliyor.

Tek başına okyanusta bir damla bile olamayacak insanoğlu, acaba neden kendini bir diğerinden üstün görüyor? Neden bütün güzellikleri kendine layık görürken bir başkasına hayat hakkı bile tanımıyor? “Hayat hakkı” dediğimiz kavramın yüce Allah tarafından herkese -ama herkese- eşit oranda verildiğini neden anlamak istemiyor?

Zaman dediğimiz acımasız çark, her saniye ihtiyar dünyanın yüzüne bir kırışık daha atarak dönmeye devam ediyor. Koca dünya anbean biraz daha yaşlansa da her yeni nesil, bütün canlılığı ve tazeliğiyle hüküm sürüyor. Baş döndürücü bir hızla ilerleyen teknoloji, insanoğluna yepyeni imkânlar sundukça insanlar, özellikle de gençler, daha rahat, daha kolay, daha ucuz (mümkünse bedava) bir hayatın peşine düşüyor.

Dünya, önüne geçilemeyen bir hızla değişse bile değişmeyen bir şey var: İnsanoğlunun, iyiliğe ve kötülüğe olan meyli. Evet, Hazreti Âdem’den beri bu böyle. Kabil, içindeki kötülüğe uyarak kardeşi Habil’in katili oluyor. Habil, kardeşinin zulmüne uğrayarak mazlumlar defterinin ilk sırasına adını yazdırıyor.

Cahiliye devrinde, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen babaların ruh hâlini hep merak etmişimdir. Acaba onların vicdanı var mıydı? Canından can, kanından kan taşıyan o mini minnacık yavruları hayattan koparmak hakkını kimden alıyorlardı? O günahsız sabilerin tek suçu kız olarak dünya gelmekse, onu doğuran ana da bir zamanlar minicik bir kız çocuğu değil miydi?

Şimdi soruyorum size: Cahiliye döneminde kız çocuklarını diri diri toprağa gömen zihniyetle, 21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız şu yıllarda, mesela henüz 16 yaşında genç bir kız olan Giresunlu Sıla’nın 16 Şubat 2022 tarihinde, eski nişanlısı tarafından hunharca katledilmesi arasında bir fark var mıdır? Zavallı çocuğun çığlıklarının katil zanlısını zerrece etkilemediği belli. Ya, olaya şahit olan babaannenin çığlıklarına ne demeli? Komşuları bile harekete geçiren bu canhıraş çığlıklar belli ki katil zanlısının vicdanına zerre kadar tesir etmemiş.

Sonuçta olan oluyor ve gencecik bir kız çocuğunun büyük ümitlerle başlayan hayat yolculuğu, toprağın kara bağrında son buluyor; hırsın, aç gözlülüğün, bencilliğin, öfkenin kurbanı olan katil zanlısı ceza evini boyluyor. Olayı basından öğrenen milyonlar; üzülüyor, kızıyor, katilden ve onun gibilerden nefret ediyor ve şu ortak cümleyi dillendiriyor: “Kadına şiddet son bulsun!” Çok yerinde bir söz. Ama nasıl olacak bu?

Hayatının henüz baharında dalından koparılan Sıla’nın ve onun gibi yüzlerce genç kızın da ailesi vardı. Kim bilir nasıl sevinmişlerdi kızları doğduğu zaman. Onun cennet kokusunu nasıl da çekmişlerdi içlerine. Onunla beraber emeklemişler, onunla beraber yürümeye başlamışlar, onunla beraber düşe kalka büyümüşlerdi. Her şeylerini önüne sermişlerdi gül yanaklı kızlarının. Nihayet genç bir kız olmuştu yavruları. Genç ve güzel bir kız. Onun da duyguları vardı, onun da yüreğinde bir şeyler kıpır kıpır etmeye başlamıştı. “Denizler durulmaz dalgalanmadan” misali sular durulup evlilik yolunda ilk adım atıldığında eminim anne babaların içine hüzünle karışık bir mutluluk duygusu yerleşmişti.

“Daha dün bebek yaşında,

Bugün duvağın başında.

Hüzünlerin gözyaşında,

Hayallerin beyaz tülde…

Sendin evin göz bebeği,

Sendin evin kelebeği,

Annesinin kır çiçeği,

Solma sakın yaban elde.” diyen şair de bu duyguları yaşamış olmalıydı.

Evladının tırnağı taşa değse kahrolan anne babaları düşünün. Ve aynı anne babaların insanı kahreden o acı sonla karşılaştıklarını hayal edin. Kelimeler tükenir burada. Yürek daralır, kalp sıkışır, hayatın tadı tuzu kalmaz. Hayatın tadı da tuzu da ellerinden uçup gitmiştir çünkü. Vakit sabır, vakit dua vaktidir. Vakit, aynı zamanda kadın cinayetlerine çare arama vaktidir. Nedir bu çare?

Kadın cinayetlerinin kurbanları saymakla bitmez ki. En çok da boşanmış ya da boşanma aşamasında olan kadınlar… Evlenmeden önce, hatta evliliğin ilk dönemlerinde eşinin etrafında pervane olan erkek, ne oluyor da birden bire eli kanlı bir katile dönüşüyor? Aradan ne geçiyor da tebessümün yerini asık bir surat, sevgiyle bakan gözlerin yerini içinden ateşler çıkan bir bakış, güzel sözlerin yerini hakaretin hatta küfrün bin bir çeşidi alıyor? Nasıl oluyor da ilk zamanlar sevgiye ve aşka açılan eller, demirden bir yumruğa dönüşüyor? Söylemeye dilim varmıyor ama cicim aylarında eşine sunduğu çiçeği tutan eller, hangi hakla ölüm kusan bir silahı o zavallı kadına doğrultabiliyor? Nasılları ve niçinleri birbiri ardına sıralıyor fakat bir sonuca varamıyoruz.

Kadına şiddet her zaman fiziksel olmuyor. Öyle şiddet çeşitleri var ki muhatabına ölümden beter bir acı veriyor. Sürekli aşağılanan, hor görülen, hiçbir konuda söz hakkı verilmeyen kadınları düşünün. Ve onların dramını tahmin etmeye çalışın. Tek çare olan boşanmaya karar vermenin bile mümkün olmadığı bir hayattan bahsediyorum. Ne kadar zordur böyle bir hayat. Zor da olsa bir çaresi yok mudur bunun?

Siz de benim gibi bu işin ancak eğitimle çözüleceğine inanıyor olabilirsiniz. Fakat ben, bu tür zalimlikleri yapanların içinde çok iyi eğitim almış kişilerin de olduğunu gördükçe mevcut eğitim sisteminin yeterli olmadığını düşünmeye başladım. Kırk yılı aşkın eğitimcilik tecrübemin sonunda vardığım nokta şu oldu: Sadece maddî ihtiyaçların iyileştirilmesini amaçlayan eğitim yeterli olmuyor. Elbette buna da ihtiyaç var ama maddiyatı hayatın merkezine alan bir eğitim anlayışıyla kadına şiddetin önüne geçmek mümkün değil. Bunun yanında, insanlar arasında gönül köprüleri inşa eden bir eğitim anlayışına ihtiyacımız var. İnsanoğlunun, temel taşları sevgiden, saygıdan, empatiden kısacası insanı insan yapan temel değerlerden oluşan gönül köprülerine ihtiyacı var.

Dört başı mamur bir eğitim sistemini hayata geçirdik diyelim, bunun da acil ve adil bir adalet sistemi olmadan yeterli olmayacağını düşünüyorum. Böyle bir adalet sisteminin de eğitimle sağlanacağını ben de biliyorum elbette. Bildiğim bir şey daha var, o da eğitimin uzun vadeli bir süreç olduğu. Öyleyse bir yandan eğitime devam edelim bir yandan adalet sistemini iyileştirelim. Ve bu işe hemen başlayalım. Hemen ve şimdi. Yoksa yarın çok geç olabilir.

22.02.2022

Çekmeköy/İstanbul

Kategoriler:Yazılar

ÜSKÜDAR KİTAP FUARI

Yazarımız Yusuf Dursun, 24 Şubat 2022 Perşembe günü Üsküdar Kitap Fuarında olacak. Nar Yayınları standında kitaplarını imzalayacak olan Yusuf Dursun aynı zamanda okuyucularıyla sohbet edecek.
Yazarımızı tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Kategoriler:Genel

AYRILMAZ ÜÇLÜ

AYRILMAZ ÜÇLÜ

Recep ayı gelince

Aydınlanır gönüller,

Allah için sevgiyle

Dikilir gonca güller.

**

Şaban ayı güllerin

Yeşerdiği bir aydır,

Dualarla goncanın

Gül olması kolaydır.

**

Ramazanda cennetin

Kokusu yayılıyor,

Hak yoluna girenler

Cennetlik sayılıyor.

**

Ayrılmaz bir üçlüdür

Recep, Şaban, Ramazan;

Dördüncüsü sen ol da

Nice sevaplar kazan.

Yusuf Dursun(Mutlu Günlerim Mübarek Gecelerim, Nar Yayınları, S. 44)

Kategoriler:Genel

ELLİ YIL DEDİĞİN ELLİ SANİYE

Şairimiz Yusuf Dursun, evliliğinin ellinci yılı (13 Şubat 2022) münasebetiyle eşine bir şiir yazdı. Şairimize ve eşine hayırlı, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyoruz.

ELLİ YIL DEDİĞİN ELLİ SANİYE

                         -Evliliğimizin ellinci yılında eşime-

Daha dün gibiydi aşka düşeli,

Ezelden ebede kavil vermiştik.

Sevdamızın ateşiyle pişeli,

Gönül denen bir murada ermiştik,

Ezelden ebede kavil vermiştik.

Yeşil de bizimdi, solgun sarı da

Maviyle sonsuza süzülen bizdik.

Leyla ile Mecnun kaldı geride,

Aşkın kitabına yazılan bizdik,

Maviyle sonsuza süzülen bizdik.

Ebemkuşağına binmişiz gibi

Seyreyledik gökyüzünden âlemi.

Huzur iklimine konmuşuz gibi

Geride bıraktık derdi, elemi;

Seyreyledik gökyüzünden âlemi.

Ömür su misali aktı sonsuza,

Kaç yanık ceylanı suya götürdük.

Aşkı damla damla döktü sonsuza

Çorak gönüllere sevda yetirdik,

Kaç yanık ceylanı suya götürdük.

Bindik kanadına Anka kuşunun,

Aşkımızla Kafdağı’nı aşarız.

Kıymeti yok bizde dünya yaşının,

Biz ölümsüz aşk uğruna yaşarız,

Aşkımızla Kafdağı’nı aşarız.

Terkisinde bir ölümsüz aşk ile

Deli taylar gibi koşuyor zaman.

Ermek için bir mübarek menzile,

Bu aşkı sonsuza taşıyor zaman,

Deli taylar gibi koşuyor zaman.

Doludizgin aşıp zorlu yılları,

Ebet müddet sevdalara karıştık.

Gül yurdundan alıp gonca gülleri,

Çağlar üstü gülistana eriştik,

Ebet müddet sevdalara karıştık.

Kar altında girdik ellinci yıla,

Dağ taş gibi gönlümüz de bembeyaz.

Ezelden baş koyduk bu kutlu yola,

Ezelden eyledik aşk üzre niyaz,

Dağ taş gibi gönlümüz de bembeyaz.

Sarı yaprak gibi yaşlansak bile

Her geçen saniye bizden iz taşır.

Takvimler aşk için gelirken dile

Sevda defterine bizden söz taşır,

Her geçen saniye bizden iz taşır.

Bir gün diyecekler, sondur bu nefes;

Onu da aşk ile alacağız biz.

Müjdeler verecek bir ilahî ses:

Size ikramımdır bu koca deniz,

Onu da aşk ile alacağız biz.

İsteriz ki izin versin Yaradan,

Mahşere dek sürsün bizim aşkımız.

Sıyrılsın kafesler bir bir aradan,

Beklesin bizleri cennet köşkümüz,

Mahşere dek sürsün bizim aşkımız.

05.12.2021

Çekmeköy / İstanbul

Kategoriler:Genel

KAR ÂŞIKLARI

Yazarımız Yusuf Dursun’un yeni denemesi: Kar Aşkı

KAR ÂŞIKLARI

2022 yılının Ocak ayındayız. İstanbul’a kar yağıyor. Daha doğrusu kar, o tonton yüzünü bir gösteriyor bir geri çekiyor. Çocukların sevinci yarım kalsa da bizim gibi ömrü karla kaplı diyarlarda geçenler, hatıralar denizine dalmaktan alamıyor kendini.

Çocukluğumun karlı günleri hiç çıkmıyor aklımdan. Kar, o kadar çok yağardı ki, Yozgat’ın bir kenar mahallesindeki tek katlı evimiz neredeyse görünmez olurdu. Dam başına çıkıp birkaç adım aşağıdaki kar kütlesinin üstüne atlamaktan büyük zevk alırdık. Bir de kar üstüne sırt üstü yatıp kalıbımızın bıraktığı izi seyretmek vardı hoşumuza giden. Karın o yumuşak hâlini ne çok severdim. Kardan adam yapmak da kolay olurdu o zaman, kartopu oynamak da. Akşama kadar dışarıda kalırdık da yine doymazdık oyunlara. Yıllar sonra şu mısraları o günlerin özlemiyle yazmış olmalıyım:

“Beyaz güllerin içine,

Ben gireyim kardan adam.

Bu güzellik nerden adam?

Sana bir kuş kanadını,

Ben vereyim kardan adam.

Kalk gidelim burdan adam!”

Uzun süren kış aylarında yerlerin buz tutmasına alışkındık. Kızak kayardık o zaman ve hâliyle bol bol üşürdük. Ellerimiz, ayaklarımız neredeyse buz tutardı da ancak o zaman girerdik eve.

Kar altında okula gitmek mi dediniz? Giderdik elbette. Okul yolunda kimse elimizden tutmazdı bizim. “Servis” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmezdik bile. Yol uzunmuş, kar yolları kapatırmış, buzlu zeminlerde düşünce pencereden uzanan başlar hâlimize gülermiş, ne gam. Aslanlar gibi giderdik okula. Ayakkabılarımızın tabanı sağlam oldu mu yeterdi bize. Onlarca çift ayakkabımız olmazdı bizim. Bir, bilemedin iki ayakkabı çok bile gelirdi. İmkânı olanlar da, diğer çocuklar üzülmesin diye, fazla bir şey almazdı çocuklarına.

O zamanlar televizyon yoktu ama radyo vardı. “Kar, hayatı felç etti.” ya da “Falan şehir kara teslim oldu.” gibi ifadeler duyulmazdı radyoda. “Kış, kışlığını; yaz, yazlığını bilecek.” denirdi ve hiç kimse kar yağışından şikâyetçi olmazdı. Şimdi öyle mi ya, hem barajlardaki su oranının azlığından şikâyet ediyoruz, hem kar yağışından. Böyle bir nimeti bize lütfettiği için Allah’a sonsuz şükürler edeceğimize, şu yaptığımıza bakın.

Çocukluğumun karlı kış gecelerinin en çok neyini özlüyorum biliyor musunuz? Ninemin masallarını. Evet, bizler masal dinleyerek büyüyen bir nesildik. Belki de bu yüzdendir yıllar sonra AY NİNEM adını verdiğim bir şiir yazışım. Şöyle demiştim şiirin son bölümünde:

“Bir zamanlar şehir değil köy idim,

Ay ninemin ezgisinde ney idim.

Gözyaşıma gurbet sesi katarım,

Köy kokulu torunlara satarım.

Anlatsam da Ay Nineli günleri,

Masalımda bile gelmezler geri.

Ay Ninem, Ay Ninem, canım Ay Ninem,

Nereye baş vuram, ne yana dönem?”

Kış akşamlarının vaz geçilmez tadı arabaşıyı zikretmeden olur mu? Bozkırın kuru ayazıyla hemhâl olan bizlerin dünyasında, insanın içini ısıtan bir lezzettir arabaşı. Usulüne göre dökülmüş tepsi tepsi hamurlar, bol baharatlı tavuk suyu çorbasıyla birlikte çiğnenmeden ne de güzel indirilir mideye. Arabaşı sadece bir yemek, bir lezzet değil, bir kültürdür aynı zamanda. Komşuların bir araya geldiği; dostluğun, sevginin, saygının, kısaca bizi biz yapan Anadolu kültürünün gönülden gönüle aktarıldığı bir kültür.

Aradan yıllar geçti, üniversite tahsili için Erzurum’a gittim, karın ve soğuğun başkenti Erzurum’a. Dadaşlar diyarında çok az üşüdüm desem yalan olmaz. Okulumuz yatılıydı ve ben kalorifer denen müthiş icatla ilk defa orada samimi olmuştum.

Şiir, iyiden iyiye girmişti ya dünyamıza, şöyle demiştik o günleri anlatırken:

“Erzurum’un kar beyazlı kürküyüm,

Erzincan’da buram buram türküyüm.

Ankara’da bayraklaşan ülküyüm,

Kopuzdayım, curadayım, neydeyim.”

Üniversite bitti. Öğretmen oldum. İlk görev yerim nereydi biliyor musunuz? Tunceli’nin Hozat ilçesi. Hani şu altı ayı kış, altı ayı güz olan yerlerden biri. O kadar çok kar yağardı ki damlardan kürenen karlar, âdeta daracık sokakların ortasında buzdan bir sıradağ görünümü alırdı. Güneş, yüzünü iyiden iyiye göstermeye başladığında belediye görevlileri baltalarla kırardı buz dağlarını ve sokaklar eski hâlini alırdı. Üşümek mi donmak mı, bilmezdik öyle şeyleri. Kalbimiz sıcaktı bizim. O sıcaklıkla dünyayı bile ısıtacağımıza inanırdık. Aradan geçen elli yılın sonunda, şimdi her biri çoktan torun sahibi olan öğrencilerimle hâlâ görüşüp o günleri yâd ettiğimize göre, gerçekten ısıtmışız bazı gönülleri.

İlk görev yerimde, 13 Şubat 1972’de, kar altında yapılan düğünümü nasıl unuturum? Tokmağın davula güm güm diye inişini, klarnetin yürek hoplatan tıtnısını nasıl unuturum? Sevgili öğrencilerimin, düğünün her anında yanımda oluşlarını nasıl unuturum? Hiçbirini unutmadım, unutamam.

Aradan uzun yıllar geçti. Yazlı kışlı, fırtınalı boralı, uzun ve savrulan yıllar. Nerede ve nasıl olursak olalım lapa lapa yağan kar altında geçen o güzelim yılları unutmadım.

Şöyle demiştim evliliğimin kırkıncı yılına girdiğimizde:

“Yine şubat geldi, her yerde kar var;

Kırk yıl öncesinde olduğu gibi.

Ömrümüzde her dem taze bahar var,

Dünyamızın aşkla dolduğu gibi.”

Ve şimdi, evliliğimizin 50. yılı için kaleme aldığım şiirde şöyle diyorum:

“Kar altında girdik ellinci yıla,

Dağ taş gibi gönlümüz de bembeyaz.

Ezelden baş koyduk bu kutlu yola,

Ezelden eyledik aşk üzre niyaz,

Dağ taş gibi gönlümüz de bembeyaz.”

Çoktandır eski tadı yok kar yağışının. Sadece insanlar değil, iklimler de değişti. Dünyamız daha mı sıcak oldu ne? Zamansız gelen bahar, meyve ağaçlarında erken açan çiçekler, tabiata beyaz gelinliğini giydiren kar nineyi üzmüş olmalı. Nasıl üzmesin ki tohumlar, tam olgunlaşmadan çatlıyor. Erken doğuyor bir bakıma. Hâl böyle olunca bir yanları buruk kalıyor, diğer yanları insanoğlunun uğradığı zararın hüznünü yaşıyor. Aslında insanoğlu, ne yaparsa kendine yapıyor. Doğayla iyi geçinmenin mükâfatını da görüyor, onu hor görmenin cezasını da çekiyor. Dünyanın dengesi bir kere bozulmayagörsün insanın dengesi anında kayıyor yerinden. Ey insanoğlu diyesim geliyor kendimi de kastederek, doğayla oynama lütfen. Üç günlük dünyada üç kuruşluk çıkarın için onu keyfine göre şekillendirme. Yahya Kemal Beyatlı’nın şu şahane mısralarındaki anlama yazık etme:

“Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.”

Kar sesi, eskiden olduğu gibi, bin yıldan uzun bir gecenin bestesi gibi gönülleri süslemeye devam etsin istiyorum.

Ve ben, dünyanın bütün kar âşıklarıyla beraber dillendiriyorum Ahmet Muhip Dıranas’ın şu mısralarını:

“Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte,
Kar yağıyor üstümüze inceden”

21 Ocak 2022

Çekmeköy/İstanbul

Kategoriler:Genel

YUSUF DURSUN’DAN YENİ ŞİİRLER

Şairimiz Yusuf Dursun’un 2020 Aralık ayında dört farklı dergide şiirleri yayınlandı.

Dergi sahiplerine teşekkür ediyor, dergilerin uzun ömürlü olmasını diliyoruz.

VATAN

                  YUSUF DURSUN

Kanımla yoğurdum ben bu toprağı

Ay yıldızlı mühür vurdum üstüne.

Gök kubbeye diktim şanlı bayrağı,

Ebedi bir devlet kurdum üstüne.

Vatan ekmeğimdir, aşımdır benim;

Benliğimi kaynağında bulurum.

Vatan, arşa değen başımdır benim;

Gök çadır altında sermest olurum.

Abıhayat diye içtiğim sudur,

Cana can bahşeden havamdır vatan.

Beni Mecnun eden gül kokusudur,

Kördüğüme dönmüş sevdamdır vatan.

Vatan, kalbimdeki niyaz kapısı;

Göğsümden yükselen bir minaredir.

Ölürüm bırakmam, bende tapusu,

Mahyası gönlümde hâle hâledir.

Vatan, gözlerimin feridir benim;

Onunla görürüm cümle cihanı.

Vatan, ta ezelden beridir benim;

O yoksa Yaradan alsın bu canı!

Vatan, yüreğimin orta yerinde

Ilgıt ılgıt esen seher yelidir.

Emrihak gelince günün birinde,

Kabrimi süsleyen cennet gülüdür.

Vatan, dedem olur ilk günden beri,

Son güne dek benim evladım olsun.

Rabbim onu benden almasın geri

Soy ağacımdaki tek adım olsun.

KAR BEYAZ RÜYALAR      

Hey çocuklar gelin gelin,

Kar yağıyor lapa lapa.

Akşama dek oynayalım,

Kardan adam yapa yapa.

Hey çocuklar gelin gelin,

Kartopuyla yarışalım.

Kardan adam hakem olsun,

Kar üstünde güreşelim.

Hey çocuklar gelin gelin,

Kaygan yerlerde kayalım.

Bir yerimiz incinmeden,

Oyuna nokta koyalım.

Hey çocuklar gelin gelin,

Aç kuşları besleyelim.

Beyaz ağaç dallarını,

Ekmeklerle süsleyelim.

Hey çocuklar gelin gelin,

Yarın için söz verelim.

Mışıl mışıl uyuyarak

Kar beyaz rüya görelim.

BİR ZAMANLAR

Bir zamanlar atım vardı değnekten,

Dörtnala yükselir, arşa değerdim.

Katılırdım kahkahayla gülmekten,

Sonunda geceye boyun eğerdim.

Bir zaman dostuydum yüce dağların,

Kanat çırpıp doruğuna çıkardım.

Delisiydim bahçelerin, bağların;

Nerde oyun varsa orda ben vardım.

Bir zamanlar türkü çıktı yoluma,

Bağlamanın tellerine hayrandım.

Doyumsuz nağmeler kondu dalıma

Bozlakla ağladım, hoyratla yandım.

Bir zamanlar deli dolu biriydim,

Bastığım yerleri görmezdi gözüm.

Yalanı bilmezdim; sözün eriydim,

Ağızdan çıkınca senetti sözüm.

Bir zaman yıllara meydan okudum,

Koca dünya benim olacak gibi.

Yedi iklim, dört bucakta şakıdım;

Ezelden ebede kalacak gibi.

***

Bir zamanlar çağlayana dönmüştüm,

Taştığım yerlerde izim kalmıştı.

Hazan denen bir limana konmuştum,

Zaman beni kıskacına almıştı.

Bir zaman ebedî rüyalar gördüm,

Bengisuyu bulan simyacı bendim.

Ruhumu yücelten bir dünya kurdum,

Yaradan aşkıyla yıkıldı bendim.

Bir zaman beynimde bir şimşek çaktı,

Ateş yakmıyormuş âşık olanı.

İçime alevden bir damla aktı,

Yangın yüreğimde buldum cananı.

Bir zaman sırrını çözdüm insanın,

Gördüm ki mesele Hakk’ı bulmakmış.

Hükmü yokmuş yaşadığın zamanın,

Marifet bir dolu başak olmakmış.

Bir zaman gördüm ki dünyanın rengi,

Yeşilden sarıya dönüp duruyor.

Bıraktım âlemle yaptığım cengi,

Ruhum artık öteleri soruyor.

***

 “Bir zamanlar” diye diye maziye,

Bağlanıp kalmıyor âzâde gönlüm.

Teslim oldum alnımdaki yazıya,

Ne zaman isterse buyursun ölüm!

BU FERYADA SES VERİN

-Bir Uygur kızının ağzından-

Hür dünya, duyun bizi;

Bu feryada ses verin.

İnsandan sayın bizi,

Bu feryada ses verin.

Kim ki vatandan uzak,

Başında bin bir tuzak…

Durmayın öyle ırak,

Bu feryada ses verin.

Yandırın bu çerağı,

Tütsün Türk’ün ocağı.

Kaldırın gök bayrağı,

Bu feryada ses verin.

Kur’an üzre ant olsun,

Müslümanız hamdolsun.

Bir mübarek vaktolsun,

Bu feryada ses verin.

Soyumuz Türk’tür bizim,

Yolumuz haktır bizim.

Arzumuz tektir bizim:

Bu feryada ses verin.

Yürekler köze gelsin,

Suskunlar söze gelsin,

Zalimler dize gelsin,

Bu feryada ses verin.

Yalan oldu boyumuz,

Unutuldu toyumuz,

Tükenmeden soyumuz,

Bu feryada ses verin.

Yarın mizan kurulur,

Defter ele verilir,

Hesap çabuk görülür,

Bu feryada ses verin.

Kategoriler:Genel

ÇANAKKALE’DE HARİKA BİR HAFTA

Yazarımız Yusuf Dursun, Millî Eğitim Bakanlığının davetiyle, Çanakkale kahramanlarının destanlaşan öykülerini yazacak öğretmen yazarları koordine etmek ve onlara “BAŞARILI ÖYKÜ YAZIMI” konusunda seminer vermek üzere 11-16 Ağustos 2020 tarihleri arasında Çanakkale’de bulundu. Yazarımız, bu konudaki duygularını şu şekilde dile getirdi:
“Her şey, Sayın Millî Eğitim Bakanı’nın Özel Kalem Müdürü Uğur Kılıç’ın davetiyle başladı. Bu davette “Çanakkale Kahramanlarının Destanlaşan Öyküleri” adlı projede “Koordinatör Yazar” olarak yer almam isteniyordu. Söz konusu Çanakkale kahramanları olduğu için daveti severek kabul ettim. Bir haftalık Çanakkale programı, böylece başlamış oldu. Millî Eğitim Bakanlığı adına koordinatörlük görevini, on parmağında on marifet olan Nesrin Özarslan üstlendi. Gazi Üniversitesi Çocuk Edebiyatı Bölümü Öğretim Görevlisi Zeki Gürel de “Akademik Danışman” olarak projede yerini aldı.
Türkiye’nin dört bir yanından gelen ve yazar olma yolunda önemli mesafeler kat eden bir grup öğretmen de projenin “Yazar Öğretmen” ayağını oluşturdu. Millî Eğitim Bakanlığına paydaş olan Çanakkale Savaşları Gelibolu Alan Başkanlığı da bizlere hem ev sahipliği yaptı hem de projenin hayata geçmesi için var gücüyle çalıştı ve çalışmaya devam edeceğinin müjdesini verdi.
İlk üç gün, Alan Başkanlığının himayesinde, savaşın cereyan ettiği mekânlar gezildi. Gezi sırasında rehberlerin yanı sıra birbirinden değerli uzman tarihçiler yanımızda oldu, bizleri her konuda bilgilendirdi. Sonraki iki gün de bendenizle birlikte Zeki Gürel ve Nesrin Özarslan, öğretmen yazarlara, kısaca “Başarılı Öykü Yazımı” diyebileceğimiz konularda seminer verdik.
Ben dahil toplam on yazar, Çanakkale Savaşları’nın bir kahramanını merkeze alan öyküler yazmak üzere kolları sıvadık. Bu öyküler, okul öncesi, ilkokul birinci ve ikinci kademe ile ortaokul öğrencilerine hitap edecek şekilde düşünüldü. Sonuçta her kademe için onar kitaptan oluşan dört set (toplamda kırk kitap) hazırlanması ve bunların Millî Eğitim Bakanlığı tarafından basılıp bütün Türkiyedeki ilgili öğrencilere ulaştırılması planlandı.
Yaptığımız bu gezinin ilginç olduğu kadar gurur verici bir yanına da şuydu: Devletin, Çanakkale Savaşları devam ederken o mekânlara gönderdiği ilk edebi heyetten sonra, aynı amaçla yöreye gönderilen İKİNCİ EDEBİ HEYETİ biz olduk.
Bu anlamlı proje için Millî Eğitim Bakanlığına, Gelibolu Alan Başkanlığına; Nesrin Özarslan Hanım’a, Zeki Gürel Bey’e; bir hafta boyunca mesaisini bize hasreden Alan Başkan Yardımcısı Zülküf Memiş’e ve ekibine; hepsi birbirinden değerli yazar öğretmenlerimize… teşekkürlerimi sunuyorum. Ümidim ve inancım odur ki bu hayırlı faaliyetten, Türk gençliğin gururla okuyacağı eserler ortaya çıkacaktır.”
Kategoriler:Genel