Dediler Ki

Yakın Dönem Türkiye’sinde

Bir Öğretmenin “Savrulan Yılları”

Dr. Öğr. Üyesi Erol ÜLGEN[1]

Yusuf Dursun[2]’un “Savrulan Yıllar[3]” adlı romanı, otobiyografik, realist ve yakın dönem tarihine ışık tutan bir romandır. Roman, yazarın kendi hayatından kesitler içermektedir. Sekiz bölüm ve seksen dört alt başlıktan meydana gelen romanın anlatıcısı ve kahramanı Yunus öğretmendir. Yunus, orta halli bir marangozun oğludur. 1971 yılında Erzurum Eğitim Enstitüsü’nden Türkçe öğretmeni olarak mezun olur. Aynı yıl, Hozat Kız Meslek Lisesine tayin olur. O yıllarda ülke genelinde ekonomik sıkıntı ve terör vardır. İnsanların, birbirine şüpheyle baktığı bir zamandır. Yunus, tayin oldukları yere giden meslektaşlarının dövüldüklerini, tehdit edildiklerini, hatta göreve başlatılmadıklarını bilmektedir. O, Hozat, adını ilk defa tayin vesilesi ile öğrenir. Hozat nasıl bir yerdir? İşte onun hikâyesi bu ilçeye hareketiyle başlar. Aslında nelerle karşılaşacağını bilmeden, endişeli ve değişik duygular içinde Elazığ’a oradan da Hozat’a ulaşır. Okul müdiresi ile tanışır. Müdirenin eşinin kaymakam olduğunu öğrenir. Müdire Hanım, Yunus’u göreve başlatır. Yunus, ev kiralar ve memleketine döner. Okullar açılmadan bir yatak, yorgan ve birkaç kap kacakla Hozat’a aynı yolları takip ederek gelir. Okulun tek erkek öğretmenidir. Öğretmenler toplantısına katılır. Toplantıda meslektaşlarına, Yozgat Öğretmen Okulundan ardından da Erzurum Eğitim Enstitüsünden mezun olduğunu, okumaya, yazmaya, resim yapmaya, türkülere, özellikle şiire sevdasından bahsederek kendisini tanıtır. Genç öğretmenin az ve öz konuşması, Türkçeyi güzel kullanması, kendinden emin tavırları öğretmenlerin dikkatini çeker (s. 16). Yunus için ilk günler çabuk geçer. Bu arada okulun anaokulu kısmına Neşe Karadağ adında genç bir öğretmen gelir. Neşe, Hozat’ta yaşayan ve daha önce tanıdıkları Bakkal Murat’ın annesi Hüsniye Hanımın evinin bir odasına yerleşir. Yunus, okulun müstahdemi Kazım Efendi ile birlikte ilçenin tek camisinde Cuma namazına gider. Namaz sonrası Yunus, esnaflar, Müftü Mehmet Şahin, İmam Hayri ve Bakkal Murat Tunç ile tanışır. Yunus, dersinin olmadığı zamanlar bazı sınıflara girer, öğrencilerle sohbet eder, onlara şiirler okur. Okul müdiresi, Yunus’a, bulundukları bölgenin hassas olduğuna dair uyarıda bulunur.Yunus, Anaokuluna yeni gelen Neşe öğretmeni beğenir. Neşe’yi daha yakından tanımak için fırsat kollar. Anaokuluna yeni gelen öğretmen Zülal, Yunus’un Neşe’ye olan ilgisini fark eder. Bu arada Yunus liseden, ilkokuldan birkaç öğretmen, kaymakamlıktan birkaç memur, esnaftan birkaç kişiyle samimiyet geliştirir. Birlikte kahvede çay içip sohbet ederler. O yıllarda bir araya gelen insanlar memleket sorunlarına kafa yorarlar. Kendilerine uygun çözüm yolları ararlar. Yunus’un o günlerde bir tek derdi vardır. O da Neşe’ye açılmaktır. Bu arada Yunus, İmam Hayri’nin evine taşınır. Neşe öğretmen, becerisi ile kısa zamanda anaokulunu güzel bir yuva haline getirir. Bu durum oğullarına kız arayan annelerin dikkatini çeker. Hüsniye Hanımdan, Neşe’yi istemeye gelenler olur. Neşe, evlenmeyi düşünmediğini söyler. Ancak talipliler, sadece Hüsniye Hanımı değil Bakkal Murat’ı da rahatsız etmektedirler. Bakkal Murat, Yunus’tan Neşe’ye olan ilgisini öğrenir. Yunus, 1971 yılının Ramazan ayında Hozat halkının büyük bir kesiminin Alevî olduğunu, oruç tutmadıklarını öğrenir. Yemek yapmasını bilmeyen Yunus, Ramazan ayı boyunca ilçenin sahurda açık olan tek lokantasına gidip karnını doyurmaktadır. Yunus, artık yuva kurmanın zamanının geldiğini düşünmektedir. Bir akşam teravih namazı çıkışında Yunus’un kalbi yerinden oynar. Neşe’yi karşısında bulur. O da teravih namazını kılanlardandır. Neşe’nin başında beyaz bir tülbent, dudağında hafif bir tebessüm vardır(s. 35-36). Göz ucuyla selamlaşırlar. Yunus, ilk defa aklı ile gönlünün aynı yöne meylettiğini düşünür (s. 36). Ertesi gün Yunus, dersinin olmadığı bir saatte Neşe’nin anaokuluna gider. Neşe, on sekiz yaşını yeni bitirmiş genç bir kızdır. Yunus, Neşe’yi yalnız bulduğu bir sırada evlenme teklif eder. Neşe düşünmek için zaman ister. Birkaç gün sonra Neşe, Yunus’a ailesi de isterse evlilik teklifini kabul edeceğini bildirir. Neşe ve Yunus yakınlaşması okul içi ve çevresinde kısa sürede fark edilir. Okul müdiresi, Yunus’a daha fazla dedikodulara sebep olmaması ve sadece işine odaklanmasını belirten bir uyarı mektubu yazar. Bu sırada Yunus’un babasından bir mektup gelir. Mektupta, bir gelin adayından bahsedilmekte ve Yunus uygun görürse istemeye gidecekleri yazılıdır. Yunus, ailesinin kendisiyle ilgili evlilik düşüncesini Neşe’ye anlatır. Neşe’den bir an önce ailesine evlenme isteğini iletmesini ister. Neşe, Yunus’a, bölgede törenin böyle işlemediğini, eğer ailesi kendisine evlenmek istediğini sorarsa ancak olumlu cevabını başını öne eğerek veya susarak verebileceğini söyler. Yunus’un endişelendiğini gören Neşe, ailesinin kendisine sormadan bir evlilik kararı almayacağını belirtir ve Yunus’u rahatlatır. Yunus, babasına bir mektup yazar. Mektupta, izinleri olursa Pertekli öğretmen Neşe ile evlenmek istediğini belirtir. Yunus, Pertekli olan Hozat Müftüsü Mehmet Şahin’i Ramazan Bayramını da vesile yaparak Neşe’nin babası Mehmet Gakgo’ya görücü gönderir. Müftü, Yunus’un evlilik talebini Gakgo’ya iletir. Yunus öğretmene kefil olduğunu söyler. O da düşünmek için zaman ister. Neşe, bir hafta sonu anne ve babasının yanına gider. Babası, Yunus’un evlenme talebinden bahseder ve ne düşündüğünü sorar. Neşe, cevap vermez ve başını öne eğer. Aslında bu kabul ettiğinin işaretidir. Babası ısrarla “Ne diyorsun?” sorusunu tekrarlar. Neşe sonunda babasına “siz bilirsiniz?” der. Bu arada Yunus’un babası Ali Bey, Yunus’a haber vermeden harekete geçer. Pertek’e gelir. Gakgo Mehmet’i bir kahvede bulur ve kendisini evine misafir kabul ettirir. Yemek sonrası Ali Usta, Gakgo Mehmet’ten kızı Neşe’yi oğlu Yunus’a “Allah’ın emri Peygamberin kavliyle” ister. (s. 51) Gakgo, Ali Usta’nın bu talebi üzerine düşünmek için zaman ister. Ali Usta, Pertek’ten Hozat’a geçer ve oğlunun görev yaptığı okula gider. Yunus’a kız istemek için geldiğini ve Gakgo’yla konuşmalarını bir çırpıda anlatır. Baba oğul hasret giderirler. Yunus, babasını Neşe, bakkal Murat ile tanıştırır. Bir müddet sonra Müftü’nün araya girmesiyle kız isteme işi gerçekleşir. 13 Ocak 1972 tarihinde Yunus ve Neşe’nin meslektaşları, Kaymakam, Müftü, Ali Usta ve Gakgo’nun yakınlarının katıldığı bir törenle nişan yüzükleri takılır, kurdeleyi Kaymakam ve Müftü Efendi birlikte keserler. Foto Işıklardan Hakkı, çektiği fotoğraflarla bu nişan töreni anını ölümsüzleştirir. Bu mutlu sondan sonra Ali Usta, gönül rahatlığıyla memleketine döner. Bir ay bile geçmeden düğün günü belirlenir. Evlenecek gençler için Berber Abdullah’ın evi kiralanır. Ali Usta, eşi ve oğlu Mustafa’nın nişanlısı ve onun annesi ile birlikte Hozat’a gelirler. Ev için yeni eşyalar Elazığ’dan alınır. Evlilik hazırlığı sırasında iki aile mensupları birbiri ile kaynaşır. Neşe’nin önce kına gecesi yapılır, ardından da nikâhları kıyılır. Yunus için evliliğin ilk ayları bütçeleri sınırlı olduğu için kolay geçmez. Yeni aldıkları eşyalardan dolayı taksit ödemeleri vardır. Zaman zaman veresiye alış veriş yapmak zorunda kalırlar. Yeni evliler sabrı ve tutumu bu vesile ile öğrenirler. Yunus, bir yandan hikâye, skeç, hece vezni ile şiirler yazmaktadır. (s. 87) Yunus, okulda öğrencileriyle birlikte “Aile Bağlarının Önemi” adlı bir oyunu oynar. Oyun beğeni kazanır, hatta ulusal basına haber bile olur. Yunus, adını daha önce hiç duymadığı ilçede başarılı işlere imza atmaktadır. Yaz tatilinde Yunus, Neşe’yi Yozgat’a götürür. Yakınları ile tanıştırır. Tatil dönüşü Özgür adlı bir kişinin okulda hizmetli olarak işe başladığını öğrenir. Bu arada kaymakamın tayini çıkar. Bu da okul müdiresinin de tayinin çıkması demektir. Kıdemli öğretmenlerden Müberra Hanım, okulun Müdür Vekili, henüz bir yılı bile dolmayan Yunus da Hozat Kız Meslek Lisesi Müdür Yardımcısı olur (s. 92). Yunus, 1972 eğitim-öğretim yılında Hozat Lisesi’nde edebiyat dersi verir.

1973 yılının ilk günlerinde Yunus ve Neşe’nin Ayla adını verdikleri bir kızları dünyaya gelir. Yine aynı günlerde okulun vekil Müdürü Müberra Hanımın da tayini çıkar. Yunus, müdür vekili olur. Yunus, öğretim yılı sonunda oynanmak üzere, ‘kuma’ olayının işlendiği “Bozkır Güzellemesi” ve “Karagöz’ün Gelin Olması” oyunlarını sahneleme hazırlıklarına girişir. Oyunlar izleyenler tarafından çok beğenilir. Hozat Kız Meslek Lisesi’nin faaliyetleri ilçe sınırlarını aşar. “Karagöz’ün Gelin Olması” Tunceli’de de oynanır.

Romanın ikinci bölümü, Yunus’un tatil dönüşü Elazığ’dan bir kucak fidan almasıyla başlar. O, görev yaptığı okulun bahçesini az da olsa yeşillendirmek istemektedir. Kâzım Efendi ve Özgür Efendi fidanları okul bahçesinin etrafına dikerler. Bu arada büyüyen Ayla’ya Sultan Hanım bakmaktadır. Artık Sultan Hanıma daha fazla yük olmamak için Ayla’ya bakmak üzere Sevcan adlı bir genç bakıcı kız tutarlar. Havalar biraz ısınınca Kız Meslek Lisesinin öğretmenleri çevreyi tanımak isterler. Anaokulu öğretmeni Zülal Hanım, memleketi Ovacık’a arkadaşlarını davet eder. Bir hafta sonu minibüs kiralayarak erkenden yola çıkarlar. Muhteşem tabiat güzellikleri içinde Ovacık’a varırlar. Güzel bir gün geçirip Hozat’a dönerler. Gezmenin tadını alan öğretmenler, bu kez de Hozat ilkokulu öğretmeni Aydoğan Bey’in daveti üzerine Çemişkezek’i görmeye giderler. Yolculuk şarkı söyleyerek, şiirler okuyarak, güle oynaya (s. 11-112) sürer ve Çemişkezek’e ulaşırlar. Kuş sütünün eksik olduğu bir kahvaltıdan sonra dağ yamacına kurulu ilçede gezintiye çıkarlar. 1974 yılının ikinci yarısından itibaren ilçeye yeni gelen öğretmenler gençleri siyasî görüşlerine göre örgütlemeye başlar. Yunus, bu kamplaşmayı kaygı ile izler. Bu öğretmenler, hem devlet yanlısı idarecilere hem de dindarlara cephe almaktadırlar. Ramazan ayında okul aile birliği başkanı, oruç tutan, namaz kılan Yunus’a oruç tutmaması, namaz kılmamasını ihtar ederek ilk hamlesini yapar. Yunus’un evi taşlanır. Okulunda da başlayacak olayların kıvılcımları görülür. Tehditler alır. Eğitim-öğretim yılı tamamlanır. Yunus, kendi yerine İlkokul Müdürünü vekil bırakır ve ailecek tatil yapmak üzere kasabadan ayrılır. Bu arada sayılı dostlarından biri olan lise öğretmeni İsmail Bey’in tayini kendi memleketine çıkar. Yunus, iyi bir dostu kaybetmenin üzüntüsünü yaşar. 1974 yılının Temmuz ayında Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’a barış getirmek için bir harekât gerçekleştirir. O yıllarda bir gazete, edebiyat tarihinin önemli eserleri ile ilgili “tenkit yarışması” açar. Yunus da bu yarışmaya bir eleştiri yazısı ile katılır. Beğenilen yazılar arasında adını görür çok heyecanlanır. Yeni yayınlanan bir dergiye dört şiirini gönderir. Derginin 1974 yılı Aralık sayısında “Sanat Fidanlığı” kısmında kendisine tam yarım sayfa ayrıldığını görür. “Sanat Fidanlığı” köşesini yöneten kişinin övücü sözleri Yunus’u çok mutlu eder. (s. 143-144) Okulun bayrak direğinden Türk bayrağının indirilmesi, üstelik bir de çiğnenmesi, kaymakam, karakol ve İlçe Millî Eğitim’in ilgisizliği Yunus’un sabrını taşırır. Yunus ve Neşe Bursa’ya tayin ister. Hozat Lisesi müdürü değişir. Müdürün şerefine bir yemek verilir. Yemek sırasında içki de ikram edilir. Yeni müdür Yunus’u içmeye zorlar. Yunus alkol kullanmamaktadır. Tatsız bir olay olmadan yemek sona erer. Yeni öğretim yılı mitinglerle başlar. Ülkenin genelinde olduğu gibi Hozat’ta da siyasî ortam iyice gerilir. Neşe ve Yunus’un içlerini bir korku kaplar. Ayla’yı bakmak üzere Halime Hanıma bırakırlar. Yunus ve Neşe, Bursa’ya istedikleri tayin gerçekleşmez. Hozat gibi yerler o yıllarda sürgün yerleridir. Liseye Celil adlı bir öğretmen tayin edilir. Yunus ve Neşe, Celil Beylerle ilgilenir. Ancak hemen “teptakçılar (devrimciler)” tarafından baskı altına alınırlar. Celil Bey kısa bir süre sonra yirmi gün rapor alır ve eşiyle birlikte ilçeden ayrılır. Öğretim yılı neredeyse tamamlanmak üzere iken Yunus Bey’in, stresten ülseri artar. Şöyle böyle derken 1975 yılının Haziran ayına gelinir. O günlerde mevcut koalisyon hükümeti dağılır. Yeni hükümet kurulur. Yunus, Yozgat Öğretmen Okuluna tayini çıkartmak için Ankara’ya gider. Genel Müdür ile görüşür. Yozgat’ta kadro ihtiyacı olmadığını öğrenir. Üzülür. Tokat Öğretmen Okulunda ihtiyaç olduğunu öğrenir. Yunus hiç düşünmeden Tokat Öğretmen Okuluna tayinini ister. Tokat Öğretmen Okuluna tayini çıkar. Yunus, çalıştığı okulla ilişiğini keser ve Tokat’a gider. Okul Müdürü Rasim Yılmaz Altıntaş ile tanışır. Yunus, “gülden dikene savrulan dört yılını” özetle müdüre anlatır. Göreve başlar. Göreve başlama yazısına Neşe’nin tayin talep yazısını da ekler. Ev kiralar.

Romanın üçüncü bölümü “Savrulan Yıllar” başlığını taşır. Tokat, Yunus ve Neşe’nin ikinci görev yeridir. Daha önce kiralanan eve taşınırlar. Neşe’nin de tayini Tokat’a çıkar. İlişik kesmek için Hozat’a giderler. Ardından Neşe’nin anne babasını ziyaret ederler. Neşe, Tokat Kız Meslek Lisesi’nde görev başlar.  İki ay sonra başka bir eve taşınırlar. Bu arada görev yaptığı okulun müdürü Rasim Yılmaz Altıntaş, Bakanlık Müfettişi olur. Yerine Mehmet Gülbeyaz adında bir müdür gelir. Yunus, müdür yardımcısı olur. Okulun lojmanına taşınırlar. Bu arada kalın bağırsağından rahatsız olan Yunus’un babası vefat eder. Yunus, babasını toprağa verdikten iki gün sonra kısa dönem askerlik yapmak üzere İzmir’e gider. Halime Hanım da kızı ve torunuyla kalmak üzere Tokat’a gelir. Yunus askerlik dönüşü tekrar görevine başlar. 1977 yılında ülkede, terör ve enflasyon canavarı iyice azgınlaşır. Halk sıkıntı içindedir. Aynı yıl Neşe hamiledir(s. 192-193). Ülkede kurulan yeni hükümetle birlikte terör ve ekonomik sıkıntı kontrolden çıkar. Okulda nöbetçi olduğu bir gün lojman tarafında bir patlama ile irkilir. Yunus’un evine molotof kokteyli atılır. Neşe ve beş yaşındaki Ayla yara almazlar. Polis Molotof kokteylini atanı veya atanları bulamaz. Yeni hükümet Yunus’un görev yaptığı okula yeni müdür tayin eder. Yunus’un tayini Uşak ilinin Banaz ilçesinin Büyükoturak köyü Ortaokuluna çıkar. Yunus, tayin sebebiyle lojmandan çıkar(s. 200). Yunus’un öğretmen arkadaşlarından Ünal ve Lütfiye çifti, evlerinin bir odasını Neşe Hanım’a tahsis ederler, problem çözülür.

Romanın dördüncü bölümü Yunus Bey’in, yeni görev yeri Banaz’a gidişiyle başlar. Yunus, Banaz’da bir otele yerleşir. Banaz’da, öğretmen Celil Bey’i bulur, Celil Bey’in arkadaşı Ramazan Bey’le tanışır. Akşam yemeğini Celil Beylerde yer. Ertesi gün Banaz’a yirmi kilometre uzaklıktaki Büyükoturak köyüne gider ve yeni görevine başlar. Okul müdürü kendisine iyi davranır. Ders programını zorluk çıkartmadan Yunus Bey’in istediği gibi yapar. Yunus, eşinin tayini için yeni arayışlara girer. Bu arada Yunus’un stresten ülseri nükseder. Rengi solar, yüzüne bir bezginlik ifadesi oturur.(s. 216) İlerleyen haftaların birinde tayin için Bakanlığa gider. Hem kendisi hem de Neşe Hanım için tayin ister. Bakanlıkta gerekli ilgiyi görmez, ancak saygılı davranışlarıyla Bafra Cumhuriyet Ortaokulu’na tayinini çıkartmayı başarır. Yunus, 1978 yılının yaz tatilinde Banaz’dan ayrılır. Temmuz ayının yirmi yedisinde oğlu Mustafa dünyaya gelir (s. 220-221).

Romanın beşinci bölümünde Yunus’un ailesinin artık dört kişi olduğu görülür. Bafra Cumhuriyet Ortaokulu’nda müdürün sorgu ve sualinden sonra göreve başlar. Eş durumundan Neşe’yi de Bafra’ya aldırır. Neşe’nin yeni görev yeri Bafra Kız Meslek Lisesi’dir. Kiraladıkları eve yerleşirler. Yan komşularından daha ilk gün yakın ilgi görürler. Ayla’yı okula yazdırırlar ve Mustafa’ya bakacak birini bulurlar. Altı ay bile olmadan kira anlaşmazlığı sebebiyle evi değiştirmek zorunda kalırlar. 1979 yılının sonlarında Yunus Bey’in görev yaptığı okulun müdürü Bakanlık Müfettişi olarak Ankara’ya tayin olur. Yunus, görev yaptığı okula müdür olur (s. 242). Yeni görevlendirmelerde bulunur. Okulun uygun bir yerine abdest alacak, namaz kılacak yer yaptırır. İlçenin hayırseverlerinden birine de halı döşetir (s. 248). Yunus, tarih şuuru kazandırmak amacıyla okulun duvarlarına tarihî tablolar astırır. Bu arada Neşe Hanım, yine hamile kalır. Yeni kurulan hükümet de bilhassa terör konusunda herhangi bir başarı gösteremez. 12 Eylül 1980 tarihinde Cuma sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koyar. Ekim sonlarına doğru Fatma adını verdikleri kızları dünyaya gelir. Sıkıyönetimin devam ettiği günlerde İl Milli Eğitim Müdürlüğünden, Yunus’un okuluna iki müfettiş gelir. Namaz kılacak yeri neye dayanarak yaptığını sorarlar. O da mevzuata uygun bir şekilde ve Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinin uygulama odası olarak açtıklarını söyler. Müfettişler aykırı bir şey bulamaz ve okuldan ayrılırlar. Ancak iki hafta sonra gelen bir yazıda ders için açılan uygulama odasının bazı okullarca yanlış anlaşıldığını ve bu konuda daha dikkatli olunması gerektiği; on beş gün sonra bakanlıktan gelen bir yazıda daha önceki yönetmelik maddesinin yürürlükten kaldırıldığı yazılıdır. Yazı gayet açıktır. İhtilali yapanlar okullarda namaz kılınmasını istememektedir(s. 256-58).

Romanın altıncı bölümünde Yunus Bey’i, müdürlüğünün yanı sıra şair kimliği ile de tanırız. İhtilâlin üzerinden dokuz ayın geçtiği bir sabah, Yunus’a postadan bir evrak gelir. Evrakta Çarşamba’nın Balcalı köyü öğretmenliğine tayini çıktığı bilgisi yazılıdır. Balcalı, Samsun’dan otuz kilometre daha içerde, ulaşımı güç bir yerdir. Yunus’un araba alacak kadar parası yoktur. Bisiklet kullanmayı bile bilmemektedir. Yunus, ikinci el bir mobilet alır. Kısa sürede mobileti kullanmayı öğrenir. Balcalı köyüne gider. Görev yapacağı okul, büyükçe bir köy evine benzemektedir. İsmail Kazan adlı okul müdürü ile tanışır. Yunus’un kalıcı olmadığını anlayan okul müdürü İsmail Bey, burada kaldığı sürece Yunus’u kendisinin misafir edeceğini söyler. İlk haftanın derslerini tamamlayan Yunus, daha iyi bir yere tayin için Samsun’a gider. İl Milli Eğitim Müdürlüğünde görevden alınmasının sebebini kendisine sorulan sorulardan anlamakta gecikmez. İl Millî Eğitim Müdürü ile görüşür. Müdürün emri ile Yunus ve Neşe Çarşamba’nın merkezinde görevlendirilir. Kısa sürede Çarşamba’ya alışırlar. Ayla ilkokul beşinci sınıfa geçer. Her anne ve baba gibi Yunus ve Neşe çifti, çocuklarının iyi bir eğitim almasını istemektedirler. Yunus, Ayla’yı Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlamamaktadır. Zaman gelir. Ayla için iki tercih yapılır. Birincisi Samsun, ikincisi Elazığ Anadolu Lisesi’dir. Ayla, istenildiği gibi Elazığ Anadolu Lisesi’ni kazanır. Ayla, evi okula yakın olan Şengül teyzesinde kalır. Yunus ve Neşe Ayla’ya yakın olmak için Elazığ’a tayin isterler. Eğer çıkarsa bu tayin normal yollardan ilk tayinleri olacaktır (s. 275).

Romanın yedinci bölümünde Çarşamba’da üç yıldır görev yapan Yunus ve Neşe, artık kıdemli öğretmen sınıfındadırlar. Önce Yunus’un Elazığ’a tayini çıkar, ardından da eş durumundan Neşe Hanımın talebi uygun görülür. 1984 yılı Durusoy ailesi için iyi başlar. Yine göç yüklenir, yola düşülür. Neşe’nin ablası Şengül Hanımın evine taşınırlar. Çocuklar için de artık bakıcı aramak zorunda kalmazlar. Rahata ve huzurlu bir ortama kavuşan Yunus, ihmal ettiği şiir ve sanata burada daha çok zaman ayırır(s. 277). Neşe’nin kardeşi Hakan’ın on sene önce kendi adına yazdırdığı telefon sırası gelir. Birini Yunus Beylere verir ve evlerine telefon bağlanır. O sene Ayla hazırlık sınıfını bitirir ve orta birinci sınıfa başlar. Mustafa da ilin en iyi ilkokullarından birine ve başarılı bir öğretmenin sınıfına kayıt olur. Yaşadığı bütün güçlüklere rağmen sanatçı ruhu yerli yerinde duran Yunus Bey’in bir şiiri, Türkiye’nin önemli kültür-sanat dergilerinden birinde yayınlanır. Böylece sanatta ilk meyvesini alır. Adı şair öğretmene çıkar  (s. 282). Daha bir yılı dolmadan şehrin en iyi lisesinin müdürü, onu kendi okuluna aldırır. 1985 yılında Mehmet Gakgo’nun hastalığı iyice ilerler. Bu kötü haberin yanı sıra Neşe’nin hamile olduğu öğrenilir. 24 Şubat 1986’da Ali adında bir erkek çocukları daha olur (s. 284). Sıkıyönetim olmasına rağmen, terör yine baş gösterir. 1986 yılında Mehmet Gakgo vefat eder. İki buçuk yaşındaki Ali, kafa üstü evin penceresinden aşağı düşer. Yunus, Ali’yi terörün kol gezdiği günlerde bin bir güçlükle Diyarbakır’a götürür. Film çekilir. Korkulacak bir şey yoktur. Sadece yırtılan damak dikilecektir. Doktor politik bir yaklaşımla bu ameliyatı yapmaz. Yunus, Ali ile ilgili bilgi vermek için Diyarbakır’da bir esnafın dükkânına girer. Telefon etmek istediğini söyler. Esnaf, Yunus’u tepeden tırnağa süzdükten sonra kararını verir ve telefon ettirmez. Diyarbakır’da karşılaştığı bu iki durum onun canını sıkar. Ali Elazığ’da ameliyat edilir ve bir hafta sonra da sağlığına kavuşur (s. 293). 1989 yılında Mustafa Anadolu Lisesi’ni, 1990 yılında da Ayla İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazanır. Ayla ilk yıl öğrenci yurdunda kalır. İkinci yıl birkaç arkadaşıyla birlikte tuttukları eve taşınır. Aynı yıl içinde Yunus, çalıştığı okulun müdür yardımcısı olur. Fatma da hiç zorlanmadan Anadolu Lisesi’ni Mustafa da Ankara Fen Lisesini kazanır. Zaman hızla ilerlemektedir. Kırk beş yaşına gelen Yunus Bey, şiirlerini bir kitapta toplar ve yayınlar. Ayla’nın öğrenciliğinin son senesinde Durusoy ailesi İstanbul’a onu ziyarete gider. İstanbul kazan, onlar kepçe her gün bir başka yerini keşfederler. Camilerde huzur bulurlar. Saraylara hayran kalırlar. Balık ekmeğin dayanılmaz lezzetini tadarlar. Bir bardak çaya, Elazığ’dakinden birkaç kat fazla para öderler. Zaman zaman bir simitle karınlarını doyururlar. Hemen her akşam tabanları şişmiş olarak eve dönerler (s. 311). Ayla, mezuniyetinden sonra Kadir adında bir meslektaşı ile nişanlanır. Mustafa, üniversite sınavı öncesi apandisit ameliyatı olur. Ardından üniversite sınavına girer. Türkiye 35.si olur. Ankara’da bir özel üniversitenin İngilizce İşletme Bölümü’ne burslu öğrenci olarak kaydını yaptırır. Durusoy ailesi, Elazığ’a gelişlerinin onuncu yılını tamamlarlar. Yunus’un mide ağrıları azalır, sanata daha fazla vakit ayırır. Yeni yazdığı şiirleriyle edebiyat sahasında yerini sağlamlaştırır. Adana Altın Koza Festivali’ndeki şiir yarışmasına katılır. Beşinci olur. Mansiyon kazanır. Ödülü almak için gittiği Adana’da Eğitim Enstitüsü’nden arkadaşları Nafiz ve Rahmi ile karşılaşır. Doyasıya eski günleri yâd edip hasret giderirler. Usta şairlerden birinin “Pırıl pırıl bir dil anlayışınız var”(s. 320) sözleri onu çok mutlu eder. Çocuklar için yazdığı şiirlerini yayınlanmak üzere Millî Eğitim Bakanlığı’na gönderir. 1996 yılı da Durusoy ailesi için hareketli geçer. Mustafa, eğitim için Ankara’ya gider. Ayla’nın düğünü hem Elazığ’da hem de İstanbul’da yapılır. Düğün ve çocukların eğitim masrafları Yunus’u maddî olarak bir hayli yıpratır. İşte tam bu sırada Yunus, bir dershane sahibinden çalışma teklifi alır. Bu teklifi kabul eder. Yirmi beş yıldır devlet okullarında verdiği büyük mücadeleyi emekli olarak noktalar ve eğitim-öğretim hayatına önce öğretmen sonra da müdür olarak özel sektörde devam eder (s. 322). Ayla Tıpta Uzmanlık sınavına girer ve ‘Kadın Doğum’, Kadir ise, Radyoloji Bölümünü kazanır. Her iki genç göreve başlar. Hamileliğinin sekizinci ayında Ayla, doğum iznine ayrılır. Yunus Bey ve Neşe Hanımın 9 Ağustos 1997’de Zeynep adını verdikleri bir kız torunları olur. Yunus Bey, “Hoş Geldin Bebek” adını verdiği bir şiir yazar (s. 325). Aynı yıl Ali Anadolu Lisesi’ni, ablası Fatma da İstanbul’da dünyaca ünlü bir üniversitesin “İktisat” bölümünü kazanır ve aile İstanbul’a taşınmaya karar verir.

Romanın sekizinci bölümü “Yolun Sonu” başlığını taşımaktadır. Yunus Bey, önce Elazığ’daki evlerini satar ve İstanbul’dan bir ev alır ve taşınırlar. Millî Eğitim Bakanlığı, Yunus Bey’in şiirlerini yayınlamayı uygun bulur. “Ninnilerde Büyümek” adlı eserini “Çocuk Edebiyatı Dizisi”nde yayınlar. Yunus Bey, artık katıldığı her şiir yarışmasında ödül almaktadır. “Yetim Kız” şiiri bestelenir. Yunus ve Neşe, 2002 yılında kutsal topraklara giderek Hacı olur. Mustafa üniversiteden mezun olur, anne tarafı Özbekistan, baba tarafı Kerkük’e dayanan bir ailenin kızı Anı ile evlenir. İstanbul’da işe girer. Ayla’nın Elif adını koydukları bir kızı, daha sonra da Mustafa adında bir oğulları olur. Yunus Bey, her torun için şiir yazar. Fatma da üniversiteyi bitirir. Ülkenin ünlü firmalarından birinde işe başlar. Önce yüksek lisans, ardından da Pazarlama üzerine doktora eğitimini tamamlar. Özel sektörde çalışan Ahmet adında bir gençle hayatını birleştirir. Ali de Türkiye onuncusu olarak İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazanır. 2009 yılında Yunus Bey’in annesi de vefat eder. Ali, 2011 yılında doktor olur. Aslen Tokatlı olup Adapazarı’na yerleşen bir ailenin kızı Dr. Zeynep ile evlenir. Ali Psikiyatri, Zeynep ise Anestezi alanında uzmanlığı kazanır ve bir Vakıf Üniversitesi’nde göreve başlarlar. Ayla ve Kadir de Hacca giderek tarifsiz huzuru yakalarlar. Yunus Bey’in, kırk iki yıllık öğretmenlik hayatı yaş haddinden sona erer. 2014 yılının Şubat ayında Ali’nin Ayşe Hilâl, Mustafa’nın da Zeynep Ece adında bir kızı olur. Zeynep Ece’nin doğumundan altı ay sonra Neşe’nin annesi de vefat eder. Yıllar birbirini kovalarken Fatma’nın Zeynep Asya ile Elif Gülce adlı ikiz kızları, Mustafa’nın da Melis Eda adlı bir kızları, 2018’in Ocak ayının ikinci günü Ali’nin ikinci kızı Elif İpek dünyaya gelir. 2018 yılında Durusoy ailesinde yaprak dökümü başlar. Neşe’nin ablası beyin kanamasından, Yunus’un küçük kardeşi Mustafa, Ayla ve Kadir’in kızı yirmi bir yaşındaki Zeynep, -Adapazarı’nda kaza geçirerek- vefat eder. Bu art arda gelen vefatlar aileyi ve yakınlarını yasa boğar.

Kahramanlar

Romanda ayrıntı verilen aslî kahramanların yanı sıra çok sayıda sadece adı geçen kahramanlar vardır. Bu kahramanlar gerçek hayattan kimselerdir. Yazarın yakından ve ismen bildiği kişilerdir. Romanda kendisi dahi gerçek isimleri kullanmaz. Yazar, romanın hem anlatıcısı hem de baş kahramanı Yunus Durusoy’dur. Yunus, Yozgatlıdır. Marangoz Ali Usta ve Fadime Hanımın oğludur. Hozat’a öğretmen olarak tayin olduğunda bekârdır. Yunus, orta boylu, zayıf, upuzun siyah saçlı, kara kaşlı, kara gözlü, buğday tenli, incecik bıyıklı bir (s. 14) gençtir. Ailenin beş çocuğunun en büyüğüdür (s. 48). O aynı zamanda roman kahramanlarından Kâzım Efendi’nin ifadesine göre, gururlu, kibirli biri değildir. Müftüye göre, abdestli, namazlı, milletini seven, güler yüzlü, çok çalışkan (s. 42) biridir. Romanın kadın kahramanı Neşe Karadağ’dır. Yazar romanın başında ondan ayrıntılı bir şekilde şöyle bahseder: Ortadan uzun boylu, ince narin yapılı, düzgün taranmış uzun siyah saçlı, ciddi, olgun görünümlü genç bir kızdır (s. 18). İlk ve ortaöğrenimini Pertek’te tamamlayan Neşe, Tunceli Kız  Meslek Lisesinden mezun olur. On sekiz yaşında iken öğretmen olmaya hak kazanır. Babası Pertek’te dürüst, hatırı sayılır, ağırlığı olan, sert, sinirli, konuşkan olmayan ama aynı zamanda mert bir adam olarak bilinen Mehmet Gakgo’dur (s. 47) Şalvarı, yeleği, kuşağı, yumurta topuklu ayakkabısı, elindeki kehribar teşbihi, başındaki sekiz köşeli kasket ile yöre insanının millî kıyafetlerini ve hareketlerini üzerinde taşımaktadır(s.19). Ona yöre halkı Kart Mehmet de demektedir. (s. 41).

Romanın diğer kahramanları şunlardır: Yunus’un, Hozat’a doğru yolculuk yaparken tanıştığı düzgün kıyafetli Hozat Lisesi müdürü. Görev yaptığı okulun hademesi pala bıyıklı, gür sesli Kazım Evliyaoğlu. Kazanın güler yüzlü kaymakamı Erhan Bey. Kırklı yaşlarda görünen, düzgün taranmış kısa saçlı, elmacık kemikleri çıkık, iri kemikli ele sahip (s. 13) tecrübeli bir öğretmen olan aynı zamanda kaymakamın eşi okulun müdiresi Emel Tezkan. Yunus’un bir Cuma namazı sonrası tanıştığı ve dost olduğu kasabanın tek fotoğrafçısı Hakkı ve Nezir kardeşler. Müftü Mehmet Şahin, İmam Hayri ve Pertekli Bakkal Murat Tunç ve eşi Münire ile annesi Hüsniye Hanım. Murat Tunç, Hozat’ta iyi ve yardımsever biri olarak tanınır. Murat Tunç, kara kız olarak bilinen Neşe’yi bebekliğinden beri tanımaktadır. Yunus’un babası Yozgatlı marangoz Ali Usta, yaşını başını almış, tuttuğunu koparan, aynı zamanda tez canlı bir adamdır (s. 47-48). Yazar bize onu, Kart Mehmet’ten kızı Neşe’yi Yunus’a istemek üzere Hozat’a geldiği sırada tanıtır. Gakgo’nun eşinin adı Halime’dir. Hakan, Gakgo Mehmet’in tek oğludur. Tunceli Halk Kütüphanesinde memurdur. Yunus ve Neşe’nin evlilik işine aracı olan Hozat’ın Müftüsü Mehmet Şahin etkili ve güvenilir biridir. Gakgo’nun ifadesiyle o, koskoca Müftü’dür. Hatta Gakgo, gelin ve damadın bulunmadığı ortamda Müftüyü kendilerine vekil tayin eder. Gakgo, “Müftü Efendi, bizim vekilimiz sensin. Ne lâzımsa yap artık” der (s. 63). İlçenin sevilen simalarından biri de Berber Abdullah’tır (s. 65). Düğün için Hozat’a gelen Ali Usta’nın yanında eşi Fadime Hanım, ikinci oğlu Mustafa’nın nişanlısı ve onun annesi de vardır. Neşe’yi evinden almaya giden düğün alayında iki müzisyen vardır. Bunlardan biri Klarnetçi Gallek Ali, diğeri de Davulcu Hıdır’dır (s. 72). Bu ikili, ilçenin bütün düğünlerinde hem çalar hem de söylerler. Özellikle Gallek Ali’nin çalmadığı hava yoktur. Hıdır’ın davulunun tokmağının çıkardığı güm güm sesleri özellikle bekârların yüreklerinde yankılanır (s. 72). Düğün sırasında Neşe’nin yanında halasının kızı Fatma vardır. Ayrıca Neşe’nin halası Bedriye Bibi de düğünde yeğenini yalnız bırakmaz. Yeni eğitim-öğretim yılının başında okula Kibar Hanım ve Kazım Efendi’ye yardım edecek Özgür adında uzun boylu, güçlü kuvvetli bir müstahdem alınır. Bu iki hizmetli de kalorifer yakmayı bilmemektedir. Yunus, Jandarma Alay Komutanından yardım ister. Bir asker, iki müstahdeme kalorifer yakmayı öğretir. Yaz tatilinde okula, Seval Hanım ve tarih öğretmeni Halit Güzel öğretmen olarak gelir. Halit Güzel’in ince, uzun boyu, simsiyah uzun saçlarıyla, dudaklarından aşağı sarkan bıyıkları, güneş yanığı yüzüyle insana güven veren bir görünümü vardır (s. 94-95). Hozat Müftüsü Mehmet Şahin, önce askere gider ardında tayini başka bir yere çıkar. Yerine yeni Müftü olarak Ali İslamoğlu adında bir genç gelir. Bu müftünün de sosyal yönü güçlüdür. Kısa sürede Yunus’la da arkadaş olur. Bu Müftü, Yunus’a tecvitli Kur’an öğretir. Yeni kurulan koalisyon hükümetinde görev alan Öğretmen Okulları Genel Müdürü, “ortadan uzun boylu, hafif kilolu, tombul yanaklı, ak düşmüş saçları yer yer dökülmüş, uzunca bıyıklı bir adamdır” (161-162). Yunus’un tayinin çıktığı Tokat Öğretmen Okulunun müdürü Rasim Yılmaz Altıntaş, “ufak tefek, zayıfça, elli yaşlarında gösteren, temiz yüzlü bir insandır” (s. 165-166). Neşe ve Yunus’un oturdukları apartmanda kendileri gibi öğretmen bir çift oturmaktadır. Salih Zengin ortaokul müdürü, eşi Nimet Hanım ise bir ilkokulda öğretmendir. Ayla’ya ablalık yapacak iki de kızları vardır (s. 183). Müdür Rasim Yılmaz Altıntaş, Bakanlık Müfettişi olur ve yerine Mehmet Gülbeyaz adında pala bıyıklı, kara yağız, dağ gibi bir adam gelir (s. 185). 1978 yılında Yunus ve Neşe’nin Mustafa adında bir evlatları olur. Yunus’un tayin olduğu Bafra Cumhuriyet Ortaokulu’nun müdürü Çemişgezeklidir (s. 225). Bafra’da yeni taşındıkları evin yan komşusu kadının adı Maryam ve kızınınki de Arman’dır(s. 232). Yunus, Balcalı’da görev yaptığı dört-beş hafta içinde kendisine gösterdiği yakınlıktan ve misafirperverlikten dolayı İsmail Kazan’a şükran duyar. Yunus ve Neşe Hanımın kızı Fatma esmer güzelidir. Aynı zamanda sivri dilli bir kızdır (s. 301-302).  Ayla, Mustafa, Fatma’dan sonra Ali dünyaya gelir. Mustafa, çok başarılı bir öğrenci olur. Mustafa’nın kocaman kocaman açılan kömür gözlerinden fırlamış gibi duran kirpikleri neredeyse kaşlarına değmektedir. Mustafa ve Fatma masa tenisinde lisanslı oyuncudurlar. Ali, ele avuca sığmaz bir çocuktur. Hareketli olması annesine zor anlar yaşatır. Aynı zamanda o, sadece ailesinin değil komşularının da maskotudur. (s. 288). Ayrıca romanda Yunus ve Neşe Hanımın torunları da ayrı ayrı ele alınır.

Mekân

Yazarın roman boyunca tekrarladığı (Canistan) Türkiye, ana mekândır. Yunus görev yaptığı yerlerle birlikte bazı şehir, kasaba ve köylerin adlarında harf, hece değişiklikleri veya yeni adlandırmalar yapar. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Canistan (Türkiye), Atoz (Hozat), Birtek (Pertek),  Kıcav (Ovacık),  Çemşe (Çemişgezek), İlecun (Tunceli),  Azizel (Elazığ),  Bozat (Yozgat) Tekte (Tokat), Kaşu (Uşak), Zaban (Banaz), Kebir (Büyükoturak Banaz’ın bir köyü), Sunsam (Samsun),  Arfa (Bafra), Heftir (Çarşamba), Ballı (Balcalı Çarşamba’nın bir köyü), Bulistan (İstanbul), Karana (Ankara), Dandana (Adana), Bahçe (Osmaniye’nin ilçesi), Çiçekli (Bahçe İlçesi), Miriz (İzmir), Bakıray (Diyarbakır), Ecil (Lice), Sarbu (Bursa), Sif (Fis), Hure (Siirt Eruh),  Acurca (Hakkari Çukurca), Emdin (Hakkari Şemdinli),  Kataç (Van Çatak), Vasis (Sivas), Canerzin (Erzincan), Bağbaşlar (Başbağlar), Aykon (Konya). Şehribuz (Erzurum).   Yunus’un ilk görev yaptığı yer olan Hozat küçük bir kasabadır. Yunus’un Hozat’a gitmek için bindiği otobüs önce Tunceli’ye uğrar sonra da Elazığ’a sabaha karşı ulaşır. Elazığ, parlak ışıklar altındaki görünümü ile Yunus’un kalbine bir ferahlık veren bir şehirdir. Yunus, Hozat’a ulaşır. Hozat Kız Meslek Lisesi, yeni yapılmış bir binadır. Bahçe duvarı demir parmaklıklıdır. Yer ise kuru toprak zeminden ibarettir (s. 12). Okul müdiresi sade, temiz, küçük bir odada oturmaktadır. Yunus’un kiraladığı ev güzel olmasa bile bekâr birinin ihtiyacını karşılayacak durumdadır. Hozat’a yeni gelen Neşe ve babası Mehmet Gakgo, bakkal Murat’ın evlerine misafir olurlar. İki katlı evin küçük bir avlusu vardır. Hozat’ta evler genellikle iki katlıdır. Evlerin alt katları ahır olarak kullanılmaktadır. Bakkal Murat, Neşe’nin kendi annesi Hüsniye Hanımın şato gibi görünen evininin bir odasında kalmasını sağlar. Yaşlı kadının evi tertemizdir. Neşe, bir hafta sonu ailesini ziyaret etmek için Pertek’e gider. Burası “yemyeşil ağaçların, şırıl şırıl akan suların, yol kenarında sıralanan albenili böğürtlenlerin, mis gibi kokan iğdelerin bulunduğu bir yerdir.  Neşe burada huzur bulur. Bu görünen manzara onda bir yaşam sevinci uyandırır. Yunus’un babası Ali Usta, oğluna kız istemek için geldiği Hozat’ta Kart Mehmet’i sormak için Sofular Kahvesi’ne girer. Gakgo Mehmet kahvededir. Kart Mehmet ve Ali Usta, kahveden çıkarlar, karşıdaki camide namazlarını eda ederler. Oradan Kart Mehmet’in tek katlı evine giderler. Evin hanımının genişçe bir sini üzerine koyduğu yemekleri birlikte yerler. Yunus ve Neşe, nişanlandıktan sonra Berber Abdullah’ın evini kiralar. Düğün öncesi ev dayanır döşenir. Yunus’un görev yaptığı okula yeni gelen Halit Güzel adlı öğretmen, lisede öğretmen olan İsmail Bey’in oturduğu iki katlı ahşap evin odalarından birine yerleşir(. 95). Halit ve İsmail Hocalar, Ramazan Bayramının ilk günü bayram namazından sonra kasabanın birkaç kilometre dışındaki Ahmet Paşa Çeşmesine giderler. Buz gibi suyundan içip tekrar dönerler (s. 108). Kız Meslek Lisesinin öğretmenleri Ovacık’tan sonra Çemişkezek’e gezmeye giderler. Dağ yamaçlarına açılmış ‘in delikleri’ denilen yüzlerce mağara onları şaşırtır. Tek katlı evlerin çatıları, kiremit yerine sacla kaplıdır. İlçe merkezinde kara toprağı vatan yapan, kara taşa hayat veren eserlerden Hamidiye Medresesi ve Eski Hamam’ı gezerler (s. 112). Yunus ve Neşe, yaz tatilinde öğretmen arkadaşları Halit Bey’in daveti üzerine Adana’nınBahçe ilçesine giderler. “Her ikisi de güneşe bu kadar yakın yerlere ilk defa gidiyorlardı. Uçsuz bucaksız ovalardan geçerken, bu yörenin güzelliği karşısında hayranlıklarını gizleyemediler. Her şey o kadar güzeldi ki kavurucu sıcaklardan şikâyet bile etmediler.” (s. 141) Kart Mehmet’in evi Soğukpınar Camisine beş-altı yüz metre mesafededir (s. 157). 1975 yılında Yunus Bey’in tayini Tokat Öğretmen Okuluna çıkar. Tokat Öğretmen Okulu devasa bir okuldur. Ayrıca Yunus Bey, Tokat’ın güzelliği karşısında hayranlığını gizleyemez (s. 165). Yunus, göreve başladığı Tokat’ın Devegörmez Mahallesinde seksen yaşlarındaki bir kadının sağlı sollu merdivenlerle çıkılan ve bir konağa benzeyen üç katlı evinin üst katını kiralar (s. 167-168).

Tokat, Yunus ve Neşe’nin ikinci görev yeridir. Kamyon, Devegörmez Mahallesine girdiğinde Neşe, çevrenin güzelliğine kendisini kaptırır. Burada evlerin hemen hepsi sadece birkaç katlıdır. Bahçeleri süsleyen ağaçlar, duvarlara yapışan sarmaşıklar, etrafa seyri hoş güzel bir manzara oluşturmaktadır (s. 171). “Karşılarında evden ziyade şatoyu andıran bir tarihî eser duruyordu. Devasa çatal kapı, bir misafir gelse de insan yüzü görsem dercesine bakıyordu çevresine… Misafirleri, taş bir zemin üstünde büyükçe bir avlu karşıladı. Tam orta yerde bir su kuyusu selamladı gelenleri. Hemen ileride başlayan iki taraflı ahşap merdivenler, çoktandır kullanılmamış olmanın verdiği hüznü yaşıyor gibiydi.” (s. 172). Konak büyüktür. Ev sahibinin evindeki duvar dibindeki delikler Neşe’nin dikkatini çeker. Bu delikler, kedilerin bir odadan diğerine geçmesini sağlamaktadır. Evin her duvarında süslü kemerleri olan oyuklar vardır. Bunlara ‘niş’ denildiğini söyler ev sahibi. Ayrıca bu nişlere, çocukların uzanıp alamayacağı şeyler ve gaz lambasının konulduğunu belirtilir. Yunus ve Neşe’nin kiraladığı konağın ikinci ve üçüncü katlarında iki salon vardır. Getirdikleri perde evin yarısına bile yetmez.  Eşyaları kabataslak yerleştirirler ve ev kullanılır hale gelir. (s. 173). Ertesi günü Neşe, Yunus ve Ayla Tokat’ı gezmeye çıkarlar. Cumhuriyet Meydanı’ndaki avlusunda süslemeli şadırvanı olan ve sade görünümüyle insana huzur veren Ali Paşa Camisini ziyaret ederler. İki ay sonra Neşe’nin okuluna yakın bir yer olan Behzat Caddesi’nde şırıl şırıl akan dereye nazır, beş katlı binanın dördüncü katını kiralarlar ve taşınırlar(s. 181). Yunus, müdür yardımcısı olduktan sonra okulun lojmanına geçerler. Yunus, Tokat’tan Banaz’ın Büyükoturak köyüne tayin edilir. Kısa bir süre sonra oradan da verimli bir ova üzerine kurulu Bafra’ya tayinleri çıkar. Bafra yörenin en güzel ilçelerinden biridir(s. 223). Tokat’tan eşyaları alan Yunus ve ailesi yol üstündeki Samsun’a gelirler. Oradan da denizden gelen iyot kokuları arasında Bafra’ya yönelirler (s. 230). Yunus, Bafra’dan ayrılıp önce Balcalı köyünde sonra da Neşe ile birlikte Çarşamba’da görev yaparlar. Yunus ve ailesi Çarşamba’nın yemyeşil bir mahallesinde, dere kenarının ilerisinde çitlerle çevrili bir eve yerleşirler. Ayla, ilçeyi ikiye bölen köprünün hemen yanındaki ilkokula devam eder. (s. 272). Ayla’nın kazandığı Tıp Fakültesi, İstanbul’da Vatan ve Millet caddelerinin kesiştiği tarihi yarımadadır. “Tıp Fakültesi binası eski idi ancak her yerden tarih fışkırmaktadır (s. 296-297)”. Romanda, Elazığ’ın damı sayılan, ayrıca kalesiyle, eğri minareli camisiyle, evliya kabirleriyle yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olan Harput’tan da bahsedilir (s. 298, 317).

Zaman

 Romanda zaman kronolojiktir. Yunus’un Hozat’a öğretmen olarak gidişi 1971 yılının Ağustos ayına rastlar. Gündüz çıkılan yolculuk gece boyu devam eder ve sabaha karşı sona erer. Ali Usta ve oğlu Yunus’la birlikte evin yolunu tuttuklarında akşamın kızıllığı Tavuk Dağı’na çökmektedir(s. 56). Yunus ve Neşe, 13 Ocak 1972 tarihinde nişanlanır. O sene şiddetli bir kış olur. İlçeyi âdeta esir alan dam boyu kar yağar (s. 72). Neşe’nin kınası 9 Şubat 1972’de yakılır. 11 Şubat 1972’de de Yunus ve Neşe’nin nikâhı kıyılır. Gün akşam olmadan gelin alayı, gelini alıp Hozat’a döner. 1973 yılının ilk günlerinde Yunus ve Neşe’nin bir kızları dünyaya gelir. Yine aynı günlerde Müdür vekili Müberra Hocanın tayini çıkar. Yunus ve Neşe yeni bir eğitim-öğretim yılına başlarken Ayla da dokuz ayı doldurmaktadır. 1973 yılının Ramazan ayı Ekim ayına denk gelir (s. 108). Yunus ve Neşe, 1974’ün Temmuz ayındaki yirmi günlük yaz tatilinin on gününü Pertek’te diğer on gününü de Yozgat’ta geçirirler. Aynı ayın yirmisinde Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’a bir harekât gerçekleştirir. Anne ve babasının başka yere tayin dolayısıyla iki yaşına yaklaşan Ayla’ya anneannesi bakar. Sene başı ve yarıyıl tatili romanda sık geçer. Yunus ve Neşe, tayinleri için Haziran’ı beklerler (s. 158). Tokat’ta önce iki ay bir konak gibi evde yaşarlar. Ardından taşındıkları ikinci evde yedi ay kalırlar (s. 171-185). Yunus, 1 Temmuz 1976 yılında başlamak üzere dört ay kısa dönem askerlik yapar (s. 187). 1977 yılında ülkede terör ve enflasyon azar. Aynı yıl Yunus ve Neşe’nin bir bebekleri olur (s. 193). Yunus ve ailesi yeni görev yerlerinden biri olan Çarşamba’da sonbahar ve kışı yeşillikler içindeki evlerinde geçirirler (s. 272).

Yazarın üslûbu

Yazarın dili sade, açık ve anlaşırdır. Özellikle kurduğu kısa cümlelerle anlatıma şiirsellik katar. Yazar, eserinde az da olsa görev yaptıkları yerlerdeki yerel ağızları satır aralarına serpiştirir. Meselâ: Neşe’nin kınası sırasında eğlenen kadınlar arasında şöyle bir konuşma geçer: “He vallah, doğru söylüyon bacım”, “torpah başan ola” “açilmi anam!”, “Açilmise bir sebebi var herhal” (s. 67-68).  Yazar, düğün alayının Neşe’yi almaya gelişi sırasında Klarnet, Elazığ’ın Dik Halay’ını çalmakta ve kız tarafı oynamamakta ısrar etmektedir. Neşe’nin halasının kocası Necmi Gakgo, dayanamaz ve yerel ağız ile şunları söyler: “Yoh oğlum, bugün bizden size oyun yoh. Kızımız verik yetmi mi, bi de oyun mu istisiz, töbe töbe!” (s. 74). Ayrıca yazar, şu yerel ağza da yer verir: “Çağam ne yapmış ki…” (s. 138). “… Şaka yapim.” (s. 228). Çarşamba’da ev sahibi hanım Neşe’ye: “Uyy, tahta cibisun, nası bakaysun bu çocuklara da…” (s. 272).; ve diğerleri: “Anaa, o nasıl söz gadan alam?” (s. 280).; “Ahan da geldi babası…” (s. 289).

Yazar, romanda anlatımı güçlendirmek için yerine göre atasözleri ve deyimlerden de yararlanır. Meselâ: “İt ürür, kervan yürür.” (s. 137) “ Küplere binmek.”; “Saman altından su yürütmek”; “Yere bakan yürek yakan” (s. 243). “Hele bak! İtleri salmışlar, taşları bağlamışlar” (s. 138). “Boşa koydu dolmadı, doluya koydu almadı.” (s. 146); “Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal” (s. 240). Yazar ayrıca yer adları ve kişi adlarında olduğu gibi bazı kavramları şöyle isimlendirir: İdeci (Ülkücü), Ümo (Komünist), Ümonizm (Komünizm), Afşit (Faşist) ve Teptak (Devrim).

Romanda örf ve âdetler

Yazar, Yunus’un görev yaptığı yerlerdeki örf ve âdetleri de satır aralarına sıkıştırır. Meselâ: “Büyük varken küçüğe misafir kabul edilemez.” Ayrıca Neşe’nin kınası sırasında kına yakan kadın: “Neşe kızım, işte kınaladım seni. Artık sen de kınalı bir kuzu oldun. Koçlar, nasıl ki Kurban Bayramı’nda kurban olursa sen de yuvanın kurbanı olacaksın. Saçları kınalı Mehmetçikler nasıl ki vatan kurban olursa sen de ailene kurban olacaksın. Allah mübarek etsin!” (s. 69-70) der. Güçlü bir gözleme de sahip olduğu anlaşılan yazar, eserinde folklorik unsurları da işler. O, Hozat ve Tunceli yöresinin türkü ve oyunlarının Elazığ yöresi ile benzer olduğunu, hatta bu iki şehrin kültürünün etle tırnak gibi iç içe geçmiş olduğunu söyler. Düğünlerde giyilen yöresel kıyafetlerden, oynanan halk oyunlarından, söylenen türkülerden söz eder. Erkekler, yöreye özgü yumurta topuklu ayakkabı, şalvar, beyaz kuşak, beyaz gömlek, kolsuz yelek, yelek cebinden sarkan köstekli saat, sekiz köşeli şapka giyerler. Kadınlar ise, taktıkları ve giydikleri altın paralı fes, güpürlü yazma, vala puşi, Şile bezi gömlek, şalvar, üç etek, kemer, beşi bir arada gerdanlık ve deri ayakkabı ile göğüsleri kabartırlar (s. 73). Düğünlerde Elazığ ve yöresinin diğer oyunlarının yanı sıra çok sevilen “Dik Halay” oynanır. Gelin kendi evinden çıkmadan önce evin oğlu Hakan, kırmızı kurdeleyi (kuşağı), kardeşinin beline bağlar. Oğlan tarafı gelini almak için oda kapısına gelir. Kapı bahşiş verildikten sonra açılır. Erkek tarafından iki hanım Neşe’nin koluna girer ve gelini alırlar. Gelin, oğlan evine gelince yine oyun havaları çalar. Yerel ve millî oyunlar oynanır. Bilhassa yazar, romanda “Çayda Çıra” oyununa ayrı bir yer verir. Çayda Çıra’nın hazin hikâyesini kısaca anlatır (s. 80). Sonra da Yunus’un millî kıyafetler içindeki öğrencileri, “Konsun şamdanlara mum, olsun ergenler sıra; İnsin davula tokmak, başlasın Çayda Çıra!” sözlerinin ardından oynamaya başlarlar. Damat, gelinle birlikte eve girmeden önce, cebindeki bereketi ifade eden bozuk paraları kalabalığın üstüne saçar. Çocuklar yerlere saçılan paraları toplarlar. Bu arada bir kadın, kucağındaki bebeği yeni gelinin kucağına verir. Son olarak da damatla gelin, iki kadının birlikte başlarının üstünde tuttuğu Kur’an-ı Kerim’in altından eğilerek geçerler ve evlerine girerler. Aile büyüklerinin ve imamın yanı sıra dinî nikâh sırasında şahitlik yapacak olanların katılımıyla usulüne uygun dinî nikâh kıyılır (s. 80-81).

Hozat lisesinin öğretmenlerinden Halit ve İsmail Hoca, Ramazan Bayramı tatili kısa olduğu için memleketlerine gitmezler. Bayram namazını kıldıktan sonra birkaç kişiyle bayramlaşırlar. Yunus ve Neşe Hocalar da Pertek’tedirler. Kendilerini gurbette yalnız hissederler. Kasabanın birkaç kilometre uzağındaki Ahmet Paşa Çeşmesine kadar giderler. İkindi vaktine doğru Hozat’a döndüklerinde evlerinin kapısının önünde onlarca tepsi içinde birbirinden güzel yemekler, tatlılar, meyveler bulurlar. İçlerindeki gurbet sızısı birden bire yerini bayram coşkusuna bırakır (s. 108-109).

Yunus’un babası Ali Usta öldüğü zaman dayılarından biri Yunus ve kardeşlerine şöyle der: “Oğlum, babanızı köye defnederseniz iyi olur. Mezara gittiğiniz zamanlarda köyü de görmüş olursunuz. Bu sayede, aile bağları diri kalır.” (s. 189).

Romanda yeme içme kültürü

Yazar, günlük hayatın olmazsa olmazı yeme içmeye de romanda yer verir. Yunus Hoca ve öğretmen arkadaşları Ovacık’ta, ağızda dağılacak kadar pişmiş sac kavurma ve kırmızı alabalık yerler. Çemişkezek’te ise kuş sütünün eksik olduğu bir kahvaltı yaparlar. Yine aynı gün Çemişkezek’te Aydoğan Bey’in ailesinin hazırladığı sofrada “Dövme çorbası, güveç, tirit, bulgur pilavı, su böreği, dolanger… (s. 112)” gibi her biri sanat eseri olan yemekleri yerler. Yunus, Neşe ile birlikte yaz tatilinde memleketi Yozgat’a gider. Buranın meşhur lokantalarından birinde tabakta buharı tüten testi kebabı siparişi verirler. Neşe, şef garsondan testi kebabının nasıl yapıldığını öğrenmek ister. Şef hiç nazlanmadan testi kebabının hazırlanışını şöyle anlatır: “Önce kuru soğan, domates ve biberi doğrarız, üzerine sarımsakla birlikte çeşitli baharatlar ilave ederiz. Bunları kuzu etiyle karıştırıp testiye koyarız. Üzerine tereyağı, biraz kuyruk yağı ve defneyaprağı koyar, ağzını hamurla kapatırız. Testiyi bu hâldeyken meşe kömürüyle yakılan ateşte iki buçuk saat kadar pişirdikten sonra içindekileri çıkarıp servis ederiz.” (s. 140) Tokat’ta vaz geçilmez yiyeceklerden biri de “çökelekli”dir. Bir çeşit gözlemeye benzer. Yufkanın içine Tokat çökeleği konulur ve odun ateşiyle nar gibi kızardıktan sonra servis edilir. Çay da Tokat yöresinde her türlü yemeğin vazgeçilmezidir (s. 181).

Romanda siyasî hayat

Yunus Bey’in öğretmenlik mesleğine başladığı yıl, ülkede siyasî bir gerginlik vardır. O, ilk görev yeri Hozat’ta adım adım siyasî gelişmelere şahit olur. Hatta gizli eller sinsi bir şekilde onu da rahatsız eder. Yunus, Hozat Lisesi’nde girdiği ilk derste ideci (ülkücü) olarak damgalanır. “İdeci”, komünizme karşı olanlara verilen bir addır. (s. 99-100) 1973 yılının Ramazan ayının bitimi ve bayram namazı sonrası roman kahramanlarından Halit ve İsmail Hocaların, Hozat halkının kendilerine ikram ettikleri bayram yemeğinin mutluluğunu yaşarlarken yazar, o gün yaşanan güllük gülistanlık havanın devam etmeyeceğinin işaretini de verir (s. 109). 1974 yılının ikinci yarısında ilçeye yeni öğretmenler gelir. Bu yeni gelen öğretmenlerin hepsi aynı şekilde saç tıraşı olmakta, pos bıyıklarını aynı şekilde dudaklarının üstüne devirmekte, aynı hâkî renkli parkadan giymekte, halkın sigarası saydıkları ‘birinci’ marka sigaralarının dumanlarını aynı şekilde havaya savurmaktadırlar. Aynı dünya görüşüne sahip Hozat Lisesi’nin öğretmenleri de bu yeni gelen öğretmenlere katılırlar. Hozat halkı, çok geçmeden yeni gelen öğretmen ve memurlar sayesinde “teptakçı (devrimci)” derneklerle tanışır. Bu derneklerde ‘halkların eşitliği’ adı altında gençlerin beyinleri yıkanmaktadır. Bu derneklerdeki konuşmalarda, gençlere kendilerine engel gördükleri ‘afşit (faşist)’ ve dindarları hedef gösterirler. Onlara göre, “insanı uyuşturan bir afyon” olan din anlayışı tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Bilhassa hem ideci hem de dindar olan kesimle sonuna kadar savaşmalı, bunlar ilçeyi terk etmeye zorlanmalıdır. Gitmek istemeyenlerin de icabına bakılmalıdır. Hozat, kurtarılmış ilçeler arasında yerini almalıdır. “Teptak”çıların eğitimleri ilk meyvelerini verir. Gençler arasında devlet adamlarına karşı nefret uyanır (s. 113). Son zamanlarda da öğrenciler arasında “Tek yol teptak!”, “Kahrolsun afşitler!”, “Afşitizme geçit yok!” gibi sloganlar kullanılmaktadır. Yunus Hoca, bütün bu olanları kaygı ile izler. Tek tesellisi henüz kendi okulunda herhangi bir olay yoktur. Ancak bir müddet sonra okul aile birliği başkanı tarafından önce oruç tutma ve namaz kılmaması yönünde ihtar edilir. Ardından yılsonunda temsil etmeyi düşündüğü “Köprü” adlı oyun dinî içerikli bahanesiyle oynatılmaz. Artık havada kara bulutlar dolaşmaktadır. Aileler “teptakçı”ların kontrolüne giren çocuklarına söz dinletememektedirler. Gençler “teptakçılar” tarafından bir çıkmaza doğru sürüklenmektedirler. Aralarında İsmail Bey’in de bulunduğu bazı hocalar öğrencilere gittikleri yolun yol olmadığını anlatmaya çalışırlar. Hozat Lisesi’nde “Afşizan baskıyı boykot ediyoruz” diye boykot yapmak isteyenlerle ders yapmak isteyen öğrenciler arasında “Afşit”, “Teptak” ve “Ümonizma” ne demek? tartışması yaşanır (s. 118). Lisenin müdür yardımcısı Zeki Bey, öğrencilerden ne istedikleri sorar? Onlar da “Afşizan baskıya son verilsin.” Derslerde “Teptakçı liderlerin hayatı öğretilsin.” “Halkın eşitliği sağlansın.” “Ümonizm’in önündeki engeller kaldırılsın” derler. İsmail Bey, öğrencilere hitaben bu eylemin kanunen suç olduğunu söyler. “Hiçbir öğrencimin disiplin cezası almasını istemem. Bu istekleriniz, tamamen bir devlet meselesi. Size tavsiyem, okuyun, üniversiteyi bitirin, bu tür konularla o zaman ilgilenin. (s. 120).” İsmail Bey, konuşmasına şöyle devam eder: “Sizi ileri süren her kimse, çıksın karşıma, onunla konuşayım.” Boykotçu bakışlar, ister istemez Fransızca öğretmeni Ali Hıdır’a yönelir. Oldukça zayıf ve çelimsiz bir adam olan Ali Hıdır, pos bıyıklarıyla oynamayı bırakıp hızla oradan sıvışır (s. 120).” Yunus’un okulunda da millî marşımız okunduktan sonra bir grup öğrenci Yunus’un daha önce hiç duymadığı bir marş söyler. Yunus, duydukları karşısında irkilir. Onun okulunda da ilk defa bir eylemle karşılaşılır. Görünen odur ki Hozat’ta artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Hozat’ta bazıları tarafından hem Yunus hem de İsmail Hocalar “afşit” olarak bilinmektedir. Müftü Mehmet Şahin’in yerine gelen yeni Müftü Ali İslamoğlu’ndan ders aldığı bir akşam çaylar içilirken evin penceresinden kocaman bir taş içeri düşer. Bu Yunus’a verilen bir gözdağıdır. Yılsonu defilesi yapılacak olan sinemaya davetli olmayan bir grup girmeye çalışır. Müstahdem Özgür, karşı koyar. Hatta “Yunus Hoca’yı size yedirmem ulan! Gözü kesen varsa çıksın karşıma!” diye bağırır. İçeri giremeyenler uzaklaşırken sinemayı taş yağmuruna tutarlar. Olay yerine gelen polisi görenler gözden kaybolurlar (s. 131). Hozat Lisesi’nin de yılsonu programı vardır. Yunus, lise müdürünün ısrarına dayanamayarak bu davete eşi Neşe ve kızı ile katılır. Lise, “teptakçı güçler”in elindedir. Yunus, sahneye çıkan gençlerin ellerinde bağlama ile devlet aleyhine türkü söylemeleri karşısında ürperir. Devletin bütün kurumları âdeta bir paçavra gibi çiğnenmektedir. Bu yaşananlara müdahale eden de olmayınca olaysız bir şekilde devam eden programa Yunus daha fazla dayanamaz ve eşiyle birlikte oradan ayrılır. Eve giderken arkadan hızla gelen biri Yunus’a omuz vurarak geçer. Yunus, yıpranan sinirlerine daha fazla hâkim olamaz. Omuz vuran daha önce ders verdiği öğrencilerinden biridir. Öğrenci, Yunus’u tehdit ederek oradan uzaklaşır (s. 133). Bir akşam yine eski bir öğrencisi ve iki kişinin saldırısına uğrar. Bir marangozun yetişmesiyle kendisini tekmeleyenlerden kurtulur. Marangoz karakola gidip ifade vermekten korkar. Olayı Kız Meslek Lisesi’nde memur olan Murteza Bey de görür. Telaşla Neşe Hanım’a şöyle seslenir: “Hoca Hanım ne duruyorsun, Yunus Bey’i dövüyorlar!” (s. 135) Yunus, karakola şikâyete gider. Öğrencinin adını verir. Olay savcılığa intikal eder. Yakalanan öğrenci, olay günü evde arkadaşlarıyla birlikte olduğunu, olayla ilgisinin olmadığını, Yunus Hoca’nın kendisine iftira ettiğini söyler. Sonuçta militan hiçbir ceza almaz ve mahkeme masraflarını da Yunus Bey öder (s. 136). Olay Hozat’ta tez duyulur. O günün akşamı tanıdık tanımadık bütün yerli halk, Yunus Bey’e geçmiş olsuna gelirler. Yaşanan olayla ilgili Yunus Bey’den özür dilerler. Ancak ellerinden bir şey gelmediğini de söylerler. Artık huzur bozulmuş, insanlar bir kardeş kavgası içine çekilmeye çalışılmaktadır. Yunus, aslında yaşam biçimi ve davranışlarıyla üç yıldır buradaki kavgayı önlemeye çalışmaktadır. O, tek çarenin birlik, beraberlik, kardeşlik ruhunu canlı tutmaktan geçtiğini bilmektedir. Alevî dostları, komşuları da bunun farkındadırlar. Ancak “teptakçı”ların etkisinde kalan çocuklarına söz dinletememektedirler. Ertesi gün okulda da geçmiş olsun dileklerini iletenler olur. Mesai bitimi evine giderken yolda önlerine “pos bıyıkları, göbeğine kadar uzanan sakalı, elinde bastonuyla bir ihtiyar çıkar. Bu adam Kitapçı İrfan’ın babasıdır. Hozat’ta herkesin hürmet ettiği biridir. Yunus’a şöyle der: “Oğlum… Bunlar acı nedir bilmiyor. Sen canını sıkma. İt ürür, kervan yürür.” (s. 137) Neşe’nin babası Kart Mehmet, olayı bir hafta sonra öğrenir. Küplere biner. “Hele bak! İtleri salmışlar, taşları bağlamışlar” (s. 138) der. O dönemin yaz tatilinde Adana’dan Elazığ’a dönerken yol üzerinde konvoy oluşturan tanklar ve askerî araçlar, güneye doğru ilerlemektedir. İlk dinlenme tesisinde durumu öğrenirler. Türk Silahlı Kuvvetleri hemen yanı başımızda olan Ada’ya harekât yapmaktadır. Bu harekâtla Kıbrıs’ı, Ege Denizi’ni ve İstanbul’u kendi topraklarına katmak isteyenlere dur denilecektir. Ayrıca bu harekât, Ada’da yaşayan soydaşlarımıza özgürlük getirecektir. Yunus Bey ve bütün yolcular kahraman askerlerimize muzaffer olmaları için dua ederler. Hozat’a geldiklerinde de bir sürprizle karşılaşırlar. Gençler, “ellerinde Türk bayraklarıyla Askerlik Şubesi’nin önünde toplanmış, gönüllü olarak askere gitmek istemektedirler. Gördüğü manzara karşısında Yunus Hoca’nın gözleri dolar. Alevî’siyle Sünnî’siyle aynı vatan toprağında yaşayan insanların kader birliği etmeleri ne güzeldi.” (s. 142) Bu göğsünü kabartan olayın yanı sıra okul bahçesine diktirdiği ağaçların kırılması ve okulun bahçesindeki direkten bayrağın indirilmesi ve üstelik çiğnenmesi Yunus Hocanın içinde fırtınalar kopmasını sağlar. Karakola şikâyete giderken Kaymakamla karşılaşır. Bayrağın indirildiğini ve çiğnendiğini anlatır. Kaymakamdan aldığı cevap iç acıtan cinstendir. Kaymakam: “ Boş ver Yunus, bu işleri sen mi düzelteceksin?” der ve ardına bakmadan gider (s. 144-145). Bir sonuç çıkmayacağını anlamış olsa da yine de Karakola ve İl Millî Eğitim Müdürlüğü’ne durumu yazılı olarak bildirir. Yeni öğretim yılı mitinglerle başlar. Mitinglerde belli komutlarla sol kollar havada “Kahrolsun afşitler!”, “Tek yol teptak!” sloganları gökyüzünde yankılanır. 1974 yılının Ocak ayında yeni bir koalisyon hükümeti işbaşına gelir. Yeni Başbakan, “kardeşin kardeşe düşman olmasının önüne geçeceğini ve ekonomiyi düzelteceğini” söyler. Ne yazık ki bu temennilerin hiçbiri yerine getirilemez. Gençler, “yoldaş demeye başladıkları teptak liderlerinden aldıkları emirleri yerine getirmek için çaba sarf etmektedirler. (s.149) 1977 yılının Haziran ayından itibaren ülkenin iki büyük partisi istikrarı sağlayacak ortamı oluşturamazlar. Terörden beslenenler bunu fırsat bilerek ülkede terör olaylarını hızlandırırlar. Aynı zamanda hükümet boşluğu ekonomik dalgalanmayı da beraberinde getirir. Halk temel ihtiyaçları bulmada zorlanır. Enflasyon âdeta bir canavara dönüşür. Halk terör belası ve ekonomik sıkıntılar karşısında inim inim inlemektedir (s. 192). 1978 yılının ocak ayında bir siyasi partinin ‘Halkçı’ lakaplı lideri, on bir bağımsız milletvekilinin desteği ile hükümet kurmayı başarır. Hükümeti kurarken de “Afşit yuvalarını dağıtmak…” sözünü verir. Ona göre, terör bitecek, ekonomi düzelecektir. Ancak hiç de böyle olmaz. Gizli ve karanlık odaklar iş başındadır. Bunların kışkırtmaları ile terör daha da kanlı hale gelir. Sokaklarda “Kana kan, intikam!” sloganları atılır. Hangi köşe başından hangi kanlı katilin çıkacağı belli değildir. Gençlerden her gün cansız bedenler toprağa verilmektedir. Yunus Bey de ülkedeki gelişmeleri izlemekte ve endişe duymaktadır (s. 194). Siyasî hareketlilik Yunus’un görev yaptığı yere de ulaşır. Okul müdürü görevden alınır. Okul sol görüşlü öğrenciler tarafından işgal edilir. İki grup arasında “Kahrolsun afşitler!”, “Tokat afşitlere mezar olacak!”, “Kahrolsun Ümonizm!”, “Ümolar Moskova’ya!” sloganları atılmaktadır(s, 201). Yunus’un tayini önce Banaz’ın Büyükoturak köyüne sonra  da Bafra’ya çıkar. Her gittiği yerde siyasî kümelenmelere şahit olur. Bu geldiği yerde de “ideciler” ve “Ümolar” vardır. O günlerde Türkiye’nin her yerinde her gün birkaç karşıt gruptan insanlar teröre kurban gitmektedir (s. 237). Ekonomik sıkıntı hat safhadadır. İnsanlar tüpgaz, benzin, gaz bulmakta zorlanmaktadır. 14 Ekim 1979 yılında boşalan milletvekili seçiminde çoğunluğu sağlayan ‘Çoban’ (Süleyman Demirel) lâkaplı başbakan yeni bir hükümet kurar. Ekonomide biraz rahatlama görülür. Fakat terör belası hızını kesmez, yine canlar almaya devam eder. (s. 238-239). “Afşit yuvalarını dağıtacağız!” diyen bir başbakan yüzünden Yunus, eşi hamile iken Tokat’tan sürgün edilir. Eşi, aylarca arkadaşının evinde misafir olmak zorunda kalır. (s. 244). Yunus, yeni kurulan hükümet vasıtasıyla görev yaptığı okula Müdür tayin edilir. Terör belası yurdun her yerinde can almaya devam etmektedir. 27 Mayıs 1980’de karanlık eller harekete geçer. Eski Devlet Bakanlarından ve milliyetçi bir partinin genel başkan yardımcılarından biri olan Güneş Kazak (Gün Sazak) evinin önünde teptakçı bir militan tarafından silahlı saldırıya uğrar. Bu olay, milliyetçi camia ile aklı başında herkesin yüreğine ateş düşürür. İhanet çetelerinin eli devlet adamlarına da yönelir. Onların amaçları ülkede bir panik havası uyandırmaktır(s. 250-51). Bu sefer, terörün kanlı eli Yunus’un okulunda görev yapan Mahmut Küfeli adlı öğretmene de uzanır. Acı haber önce Küfeli’nin ailesine ulaşır. Ağıtlar, feryatlar, lanet okumalar göklere yükselir. Mahmut Küfeli’den sonra Yunus’un okulunun öğretmenlerinden Çetin Özdarıcı da taranan bir kahvede kurşunlara hedef olur. Bu olaylar karşısında tedirgin olan öğretmenlerin bazısı rapor alarak, tayin isteyerek ya da mesleği bırakarak okuldan ayrılırlar.(s. 252-253). 12 Eylül 1980 tarihinde Cuma günü sabaha karşı Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koyar. Yunus, müdür yardımcısının getirdiği radyodan, “Girişilen hareâatın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır” ifadelerini dinlerler. Ayrıca, “ülkede sıkıyönetim ilan edilmiş, vatandaşa sokağa çıkma yasağı getirilmiş, mevcut dört partinin liderleri gözaltına alınmış, yurt dışına çıkış yasağı getirilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi feshedilmiş” bilgisini öğrenirler. 11 Eylül’de ülkenin her yerinden teröre kurban gidenlerin isimleri yayınlanırken, 12 Eylül sabahı akan kanın birden bire durması onlara garip gelir (s. 254-255). Bu sakin ortam halkın çok hoşuna gider. Ancak cicim gün ve ayları çabuk biter. Bir müddet sonra devletin, teröre bulaşanları topladığı, sorguladığı hatta işkenceye tabi tuttuğuna dair haberler yayılmaya başlar. “Bir sağdan, bir soldan” diyerek onlarca kişi idam edilir. Halk kaybolan adaleti ararken, askerin dipçiği ile karşılaşır (s. 256) 12 Eylül’ün üzerinden dört yıl geçmesine rağmen ülkede, “kuzu postuna bürünmüş canavarlar ortalıkta cirit atmakta”dır. Hâlâ kurtarılmış mahalleler varlığını sürdürmekte, etnik köken ve inanç farklılıkları körüklenmektedir (s. 285). 1974’lerde “Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği” adıyla Ankara’da kurulan dernek, 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Fis köyünde kimlik değiştirerek, etnik kökene dayalı Ümocu bir devlet kurmayı amaçlar. Diğer bir ifadeyle bu dernek, bölücü terör örgütüne dönüşür. Örgütün lideri, komşu bir ülkeye kaçar, kendisine sunulan imkânlarla yandaşlarını oradan yönetir. Bu örgüt, önceleri yörenin aşiret liderlerine ve ağalarına saldırılar başlatır. 1984 yılından itibaren de saldırılarını direkt devlete yöneltir. 1984 yılının 15 Ağustosunda saat 21.30’da küresel güçler düğmeye basar, hain eller hareket geçer. Eruh, Çukurca, Şemdin ve Çatak ilçelerindeki askerî birliklere aynı anda saldırıya geçerler. Bu durum, bölücü örgütün devlete savaş açtığının delilidir. Sıkıyönetime rağmen, terörün gemi azıya alması, aklı başında her vatanseveri derinden sarsar. O günlerde devletin bölünmez bütünlüğüne inananlar gibi Yunus öğretmen de çözüm arayışına girer. Ona göre, çözüm vatana sevdalı gençler yetiştirmektir. Bunun için de herkes gibi o da gece gündüz çalışmaktadır(s. 285-286). 1993’ün Temmuzunda iki büyük terör olayı ile ülke sarsılır. Önce Sivas’ta çoğu Alevî inanca sahip otuz üç şair ve yazar ile iki otel çalışanının bulunduğu otel yakılır. Bu katliamdan üç gün sonra bölücü terör örgütü Erzincan’ınBaşbağlar köyünde en ağır sivil katliamını yapar. “Köyde, akşam namazından sonra, camiden çıkan yirmi iki kişi ve araziden köye dönen dört kişi kurşuna dizilir. Köydeki 191 ev, cami ve okul, içindeki insanlarla birlikte yakılır. Toplam otuz üç kişi hayatını kaybeder. Terör örgütünün amacı, Alevî-Sünnî çatışması çıkartmak, vatanı parçalamaktır (s. 303). 2016 yılının 15 Temmuzunda Türkiye’de hain bir darbe girişimi olur. “Görünüşte dinî bir cemaat şeklinde yapılanan bu hain grubun aslında gözü dönmüş bir terör örgütü olduğu geç de olsa anlaşılır.” Devlete sahip çıkan insanlar tarafından bu darbe girişimi püskürtülür. Hain darbe girişiminde bulunanlar tarafından 250’den fazla vatan evladı şehit edilir. Şehitlerin her biri bir destan kahramanı gibi gözünü kırpmadan ölüm kusan uçaklara, helikopterlere, ağır silahlara göğsünü gerer, tankların altına fani vücutlarını atmaktan çekinmezler” (s. 336).

Sonuç olarak, yazar, “Savrulan Yıllar” adlı romanda, öğretmenlik mesleğine aşkla bağlı olan Yunus Bey’in ateş çemberinden geçtiği kırk iki yıl içinde kasabadan köye, köyden kasabaya ve ardından da şehre istem dışı tayinlerle çektiği sıkıntıları, bürokratik oyunları, ekonomik sıkıntıları, terör belasını anlatır. Yazar, bu zor ve sıkıntılı yıllar içinde ayrıca romanda dostluklara, arkadaşlıklara, aile hayatına, örf ve âdetlere, kültüre, sanata, eğitime, teknolojik gelişmelere, yurdumuzun güzelliklerine, insanların tutum ve davranışlarına, birlikte yaşamanın önemine, yakın dönem tarihinde yaşanan siyasî gelişmelere ve olaylara gerçekçi bir şekilde yer verir.


[1] İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı/Meslek Yüksekokulu Müdürü. erol.ulgen@yeniyuzyil.edu.tr/ erolulgen7@gmail.com

[2] Şair, yazar Yusuf Dursun, 1949 yılında Yozgat’ın Musabeyli köyünde doğar. 1968’de Yozgat Öğretmen Okulu’ndan 1971’de de Erzurum Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü mezun olur. 1991 yılında da Anadolu Üniversitesi’nde lisans eğitimini tamamlar. Ülkemizin çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapar. 1996 yılında emekli olur. Ardından on yedi yıl özel öğretim kurumlarında öğretmenlik görevini sürdürür. Yazarın, şiir, masal, hikâye ve roman türlerinde eserleri vardır.

[3] Bu metinde verilen sayfa numaraları eserin: Yusuf Dursun, Savrulan Yıllar, Nar Yayınları, İstanbul  2019 tarihli baskısından alınmıştır.

*******