Yeni Yazılar

TEBDİLİMEKÂN

“Tebdilimekânda ferahlık vardır.” demiş eskiler. Gerçekten de öyle. Sebebi ne olursa olsun mekân değişikliği insanı ferahlatır. Yeni yerler, yeni yüzler görmek az şey mi? Hele de yeni dostluklara kapı aralamak…

Aslında insanoğlu, mekân değişikliğini çoğu zaman ferahlamak için yapmaz; bu duygu sonradan yerleşir insanın ruhuna. Bir de bakar ki tazelenmiştir insan, sıkıntılarından kurtulmuş, âdeta yepyeni biri olmuştur.

Çocukların, büyükleriyle yaptıkları seyahatleri düşünelim mesela. Her yolculuk yeni bir maceradır onlar için. Sözgelimi, büyük bir şehirden, dedesinin yaşadığı küçük bir şehre ya da köye gidilmiştir. Oradaki dingin hayat, başlangıçta garibine gidebilir çocuğun ama zamanla alışacaktır. Bir de bakacaktır ki kendisi de daha sakin biri olup çıkmıştır. Sebzeleri sulamak, dalından meyve koparmak; kediyle, köpekle, koyunla, kuzuyla oynamak; belki eşeğe ya da ata binmek çocuk için bulunmaz bir imkân olmuştur. Ne mutlu böyle bir ortamı fırsata çevirenlere.

Çocuk, orada da telefon ya da tabletinden kopamıyorsa ne olacak, diyebilirsiniz. Çocuğun elektronik âletlere düşkünlüğü ne düzeyde olursa olsun, gittiği ortam, inanın onu da etkileyecektir. İstediği kadar kendini dış dünyaya kapatsın, onu çepeçevre saran bu yeni ortam bir fırsatını bulup çocuğu kendine çekecektir. Ama erken ama geç, bunun için biraz sabır gerekecektir o kadar.

Tahsil için memleketinden ayrılan bir genci bekleyen, önce yepyeni bir çevredir. Havasıyla, suyuyla, insanlarıyla, doğasıyla yepyeni bir çevre… Hemen her genç bu yeni ortama çabucak uyum sağlar. Bu yeni çevrede kendini daha özgür, daha bağımsız hisseder. Sorumsuz biri değilse bu durumu fırsata çevirip aslî görevlerine daha bir şevkle sarılır.

Tahsil için uzun süreliğine gidilen mekânlar, zamanla insana yetmeyebilir. O zaman da yakın çevreden başlayarak diğer mekânları ziyaret etmek icap eder. Zira yapılan her gezi, insanın gönül bahçesinde yepyeni ve taptaze çiçekler açtıracaktır.

Tahsil hayatı bitmek üzeredir. Gencin önünde -Allah izin verirse- uzun bir hayat vardır. Bu hayat, ister istemez farklı mekânlara, farklı kültürlere yelken açmayı gerektirecektir. Bir başka deyişle, arının bal yapmak için binlerce çiçeğe konması gibidir bu hayat. Binlerce değil ama belki onlarca şehir, onlarca tecrübe, onlarca olgunluk kapısı… Ne mutlu bu fırsatları gönül hanesine zenginlik olarak yansıtanlara.

Evlilik çağı çoktan gelmiştir gencin. Herkes gibi o da sevdiğiyle bir ömür geçirmek isteyecektir. Ama nerede? Yakın ya da uzak belki de denizaşırı mekânlar onları beklemektedir. Her kuş, kendi yuvasını kuracaktır. Her yuva aynı zamanda insanın can evine kurulacaktır. Can evi; en sağlam, en huzurlu yerdir, hiçbir depremle sarsılmaz, hiçbir sel ona zarar veremez, yangın bile ilişemez ona. Can evlerine kurulan yuvalar, yepyeni mekânlarla daha bir zenginleşir.

İş için de değiştirilir mekânlar. Mesafelerin kısaldığı günümüzde bir yerden bir yere gitmek hiç de zor değildir. Sabah kahvaltısını memleketinde yapan bir kişi öğle yemeğini farklı bir şehirde hatta farklı bir ülkede yapıp akşam evine dönebilir. İnsanoğlu böylesine hızlı bir tempoda bile ruhunu ferahlatmayı bilmelidir. Aksi hâlde onca yolculuk kuru bir eziyetten öteye geçmeyebilir.

Her seyahat, bir özlemle başlar. İnsan doğduğu yerleri özler ve ilk fırsatta oralara gitmek ister. Ne yazık ki çoğu zaman mümkün olmaz bu. Dünyanın hay huyu engel olur buna. Bazen de sosyal ve siyasi sebepler imkân vermez böyle bir yolculuğa.

Sınırlarının ötesinde kalan memleketini özleyen bir şair ne yapar? Bu şair, Yahya Kemal Beyatlı ise, AÇIK DENİZ şiirini yazar ve bu şiirin bir yerinde şöyle der:

“Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,

Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını.

Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı,

Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.”

“Bir bitmeyen susuzluk” gibidir memleket sevdası. Susuzluk, suyla giderilir. Suyun kaynağı belki bir adım ötemizdedir, belki çok uzakta. Marifet susuzluğu fark edip ona doğru yönelmekte.

İnsan çeşitli sebeplerle seyahat eder dedik ya bunların en önemlisi “sılayırahim” niyetiyle yapılanıdır. “Akrabalık bağlarını yaşatmayı, akrabaların birbirini ziyaret etmesini ve iyi ilişkiler kurmasını” ifade eden bu ahlâk terimi, özellikle bizim gibi toplumlarda daha bir değer kazanır.

İslam Ansiklopedisi’nde belirtildiğine göre, Allah Teâlâ, ana rahmine bağlı akrabalık düzenini kurduktan sonra bu bağları yaşatanlara kendisinin ilgisinin süreceğini, akrabalık bağlarını koparanları ise kendi ilgisinden mahrum bırakacağını bildirmiştir. Bazı hadislerde de Allah’ın “Rahman” ismiyle sılayırahim arasında ilişki kurularak bu görevi yerine getirenlerin ilâhî rahmetten nasiplerini alacaklarına, ihmal edenlerin ise rahmetten yoksun kalacaklarına işaret edilmiştir.

Doğup büyüdüğü toprakları sılayırahim niyetiyle ziyaret edenlere ne mutlu. Akrabalarıyla bu niyetle hasret giderenlere ne mutlu. Atalarının mezarını sırf evlatlık görevini yerine getirmek için ziyaret edenlere ne mutlu. Hayatta hiç akrabası kalmasa bile, “Ben şurada doğdum; babam şurada çalıştı, şu ağacın altında dinlendi; annem şu çeşmeden su taşıdı evimize…” diyerek o toprakların kokusunu içine çekenlere ne mutlu. O evlerin, o ağaçların, o çeşmelerin, o sokakların yerinde yeller esiyor olabilir; varsın olsun, ruhumuzun bir parçası orada duruyor ya o yeter bize.

Sadece yeni yerleri, yeni coğrafyaları keşfetmek için yapılan seyahatler ne kadar güzeldir. Hayatında böyle seyahatlere sıkça yer verenler, Paulo Coelho’nun “Tekne limanda güvendedir. Ama teknenin amacı bu değildir.” sözündeki anlamı, hayata geçiren kişilerdir. Bunlar, aynı zamanda Goethe’nin dediği gibi bir yere varmak için değil, keşfetmek için seyahat ederler.

Size bir başka seyahat türünden bahsedeyim mi? İnsanın kendi iç dünyasına yaptığı yolculuktur bu. O kadar kolaydır ki bu yolculuk; para pul istemez, vize mecburiyeti yoktur, zaman ve mekânla sınırlı değildir. İstediğimiz her zaman çıkabiliriz bu yolculuğa. Şöyle gözümüzü yumacak ve adımlamaya başlayacağız geçmişimizi. Sonra sorular soracağız kendimize: “Ben neyim, kimim, ömrümü neyle geçirdim, kendime ve insanlara faydam oldu mu; en önemlisi de beni yaratan Allah’ın istediği gibi bir hayatım oldu mu, olmadıysa neler yapmalıyım?” Sevgili Peygamberimizin, “Evvel refik, bade’l-tarik. (Önce yoldaş, sonra yol.)” buyurduğu gibi iç dünyamıza yaptığımız yolculukta yoldaşımızı doğru seçersek amacımıza ulaşmış oluruz.

Şunu da unutmayalım: Nasıl bir yolculuğa çıkarsak çıkalım, sırtımızdaki yükleri geride bırakmamız gerekiyor. Saf, tertemiz ve Orhan Veli’nin deyimiyle “kaygılardan azade” başlamalıyız yolculuğa. İşte o zaman tebdilimekânda bizi bekleyen ferahlığa ulaşabiliriz.

Yusuf DURSUN

20.07.2023